İyi bir şiir okuru değilim. Şiir kitaplarımı dizdiğim rafın kalan yarısı grafik romanlarla dolu. İki uzak tür galiba bana. Oysa ikisi de yoğun olanı aktarmakta hayli mahir. Arada sırada şu andaki gibi ne yazacağımı, bloğu nasıl dolduracağımı bilemediğim zamanlarda şiir kitaplarına gidiyor elim. Açıyorum, kapıyorum. Gözlerim şiir kitaplarına yaslı İlhan Berk denemelerinde, Uzun Bir Adam ve El Yazılarına Vuruyor Güneş. Okumalı yeniden. Sırasını bekleyen ne de çok kitap var. En çok biriktirdiklerimiz kitaplar galiba.
Eskiden yurt dışına gidecek olsan, bir valize kaç kitap sığdırabilirsin, yanına neleri alırsın diye düşünürdüm. Şart değil artık. Storytell uygulamasına bakamadım henüz. Herkes pek methediyor. Bir nevi radyo tiyatrosu. Hele de büyükşehirlerde uzun saatlerini trafikte geçirenler için ne büyük nimet. Yurt dışında yaşayıp çağdaş Türkçe edebiyatı izlemek isteyenler için de keza.
Şiir demiştim en başta. Bir şiiri önüne alıp kendine yazı alıştırması yapmak da mümkün. Bir şiiri koy önüne, ilk dizeyi yaz dört beş satır boş bırak, ikinci satır, boşluk... Dilediğin gibi hazırla sayfanı. Saatin alarmını kur altı, on dakikaya ve boşlukları doldur, durmadan, düşünmeden. Zihni serbest bırakmanın, eli açmanın bir yolu...
Şiir kitaplarını karıştırmanın bir faydası daha. Yazdığın öykülere ya da dosyanın tamamına bir epigraf seçmek. Üzerinde çalıştığım dosyanın epigrafı Hüsnü Arkan'dan, Hiçe Doğru kitabında yer alan Nim'den. Sia Kitap arka kapağa da almış Nim'i. Altında şu açıklamayla.
Hüsnü Arkan, müziğiyle olduğu kadar romanlarıyla da tanınıyor, seviliyor. Müziği eskimiyor, romanları unutulmuyor. Şiirleri ise müziğinin ve romanlarının tamamlayıcısı gibi. Farklı, vurucu, hayatın içinden şiirler.
Bunca sözden sonra şiiri de almalı buraya. İki dizeyi seçtim ardından gelecek öykülerimin neye benzediğini sezdirsin diye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder