21 Eylül 2022 Çarşamba

Kim için yazıyoruz?

Bazen söyleşilerde, yazara "Kim için yazıyorsunuz?" diye sorulduğuna şahit oluyorum. Bu soru yazarlarda rahatsızlık mı uyandırıyor diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü çoğu zaman yazarlar "Yazarken kafamda belli bir okur kitlesi olmuyor,", "Hayır, bir okurun varlığını düşünerek yazmıyorum," vb cevaplar veriyor. Bu hassasiyetin ve olumsuzlamanın ardından okurun beğenisine uygun yazmak algısından kaçınmak yatıyor belki de. Kim bilir. Oysa bir okurun varlığını düşünerek yazmakta çok da rahatsız edici veyahut utanılacak bir yan yok. Okurun varlığını bilerek yazmak, yazarın kalemini kiralaması, edebiyattan taviz vermesi anlamına gelmiyor nihayetinde. Yazarı, yazar yapan, yazdıklarını içsel bir çalışmadan sanat yapıtına dönüştüren şey okurun varlığı. O halde evet hepimiz bir okur için, mümkünse birden çok okur için yazıyoruz. En azından kendimiz gibi bir okur için yazıyoruz. 

Ayrıca bir okurun varlığını bilmek, kime hitap edeceğini ön görmek kimi metinlerde işleri de kolaylaştırıyor. Örneğin blog yazıları için bilgisayarın karşısına geçtiğimde, boş bir sayfa açıp aklımdan geçen yüzlerce fikir kalabalığı karşısında dehşete düştüğümde ve harekete geçemediğimde, blog yazmanın mektup yazmaya benzediğini düşünüyorum. Belirsizlikten ve karmaşadan kaçıp zihnimi beraklaştırabilmek, odaklanabilmek için. Söz konusu bir mektupsa pekala yazabileceğimi düşünüp rahatlıyorum. Öznesinin kim olduğu sorusu düşüyor aklıma haliyle. Bir mektup daima birine hitaben yazılır neticede, eline ulaşmayacak olsa bile.  Hayali ya da reel bir kişiyi düşleyerek yazarsam bu fikirlerin içinden rahatlıkla birkaçının belirginleşeceğiniden, işimin kolaylaşacağından, saçma sapan bağlantısız cümleler yerine sahibini bulan bir içeriğe dönüşeceğinden emin oluyorum giderek. Sonra daha uzun soluklu mektuplar dizisi yaratmak fikri gelip yokluyor. Çanakkale'den, benden mektuplar yazmak istiyorum birine, birilerine. Orjinal bir proje değil farkındayım. Çok sayıda yazar, blogger, sosyal medya influencerları benzer içerikler üretiyor, kimi ücretsiz, kimi ücretli. Neticede hepimizin bir hayat deneyimi, baktığı, gördüğü şeyler, anlatmak istediği hikâyler, olaylar, tespitler, çıkarımlar var. Yazarken orjinal olanın peşinde değiliz, bize ait olanı paylaşmak derdindeyiz her birimiz. Hişt sesimize karşılık bulabilmek, bu küçücük dünyalarımızın içinde biricikliğimizi hissetmenin yegane yolu hikâyelerimizi anlatmak ve dinletebilmek değilse, nedir? 








2 yorum:

  1. Ben biraz farklı düşünüyorum. Sylvia Plath bu soruya "çünkü içimde bir ses var ve susmuyor" demiştir ya, onun gibi insanın önüne geçemediği bir boşalma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum yazmanın. Günlük yazanlar daha iyi bilir bu ihtiyacı çünkü okunmak istesen günlüğünü saklamazdın köşe bucak (bazı freudyenler buna da hayır aslında günlük saklamaktaki amaç da aslında bulunmak ve okunmaktır dese de, ben buna da katılmıyorum), bazılarımız çok hızlı akan düşünceleri yavaşlatabilmek için yazarız. Çünkü yazarken daha metodik ve planlı düşünebiliriz. Bazılarımız kimseye gösteremediği "asıl ben"i açığa çıkartabilmek için yani özgürlük için yazar. Bazımız söylersek olmayacağından korktuğumuz hayalleri yazarız, sanki yazınca uçmayacakmış kalacakmış ya da olması için bir adım sayılacakmış gibi.. Ama hayır hayır, mutlaka bir okur için yazmayız, buna görüyorsunuz ikna olamadım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazmanın binbir türlü hali ve sebebi var elbette. Yorumda değindikleriniz yerinde. Bununla beraber her yazma eyleminin ulaşmak istediği en az bir okur var bence, kendisi için yazdığında bile.

      Sil