Oğuz Atay'ın roman ve hikâye
kahramanlarının ortak özellikleri vardır: Bu kişiler entelektüeldir. İnsan
davranışlarının altında yatan asıl nedeni görürler. Mutsuzdurlar. Uyum
göstermeye çalıştıkları zaman bile sistemle, toplumla tam bir bütünleşme
yaşayamazlar. Bu kişileri “tutunamayan” olarak genelleyebiliriz.
Unutulan hikâyesinde iki
kahraman vardır. Biri tavan arasına çıkan kadın (yani tutunan) diğeri de tavan arasında
intihar eden unutulan eski sevgili (yani tutunamayan). Unutulan artık yaşamayan
bir karakter olsa da biz onu tavan arasına çıkan kadının hatırlamaları ile
tanırız.
Unutulan hikâyesi, kadın
kahramanın eski kitaplara bakmak amacıyla bir gün tavan arasına çıkmasıyla
başlar. Kocasının verdiği fener tavan arasını aydınlatır! Hikâye boyunca kadın
geçmişinde hatırladığı olayların önemine göre bu feneri yaklaştırır ya da
uzaklaştırır. Orada bulduğu eskiye ait, unutulmuş çeşitli objeler aracılığıyla
bir çeşit iç hesaplaşmaya girişir. Tavan arasında unutulanlar arasında eski
sevgilinin cesedi de vardır. Bunlardan yola çıkarak kadın, yaşamını, geçmişini,
bugününü sorgular. Oğuz Atay, bizlere kadın kahraman aracılığıyla yaşamı,
evlilikleri, insanın acımasızlığını, duyarsızlığını, vurdumduymazlığını, modern
yaşamı, insanı, özünden nasıl çıktığını göstermiştir.
Öyküdeki temel izlek:
İnsanın yaşamın olağan akışı içinde pek çok şeyi ıskalaması, kendisi için
önemli olması gereken pek çok şeye duyarsızlaşıp yabancılaşmasıdır.
Hikâye, kadın karakter ve
onun iç konuşmaları üzerinden ilerler. Orta yaşlarındaki bu kadın iki evlilik
yapmıştır. İki evliliğin arasında unutulan sevgili ile bir aşk yaşamıştır. Şu
an yaşadığı adamın ikinci kocası olup olmadığına dair çok net bir bilgi
verilmez. Ancak ikinci kocasıyla birlikte yaşadığını varsaymak hikâyede bir
anlam bozukluğuna da yol açmaz. Birlikte yaşadığı adam hikâyenin kahramanı
değildir. Yalnızca bir figürdür, tamamlayıcı unsurlardan biridir. Öyküde yeri
yoktur. Kadın kahramanımız bir gün tuhaf bir dürtüyle tavan arasına çıkma
isteği duyar. Bu isteğin onda bir gerilim yarattığını görürüz: “Yıllardır
bu tozlu, örümcekli karanlığa çıkmamıştı. Korktu, fakat yararlı olacağını
düşünmek kuvvetlendirdi onu.”
Öyküde asıl olan kahramanın
tavan arasında karşılaştığı objeler yoluyla hayata ilişkin bir muhasebeye
girmesidir. Tavan arasında pek çok eski eşya, obje, fotoğraf bulur. Bunların
yarattığı çağrışımlar aracılığıyla geçmişe gider. Yaşadıklarını inceler,
eleştirir.
Anne ve babasının resimleri
ile karşılaştığında şunları düşünür: “Neden hiç sevmediler
birbirlerini?”
Bu cümle, kahramanın kendi
evlilikleri de dahil etrafındaki bütün diğer evliliklere yöneltilmiş bir
sorudur. İnsanlar mutsuz evliliklerini şu veya bu nedenle, çeşitli bahanelerle
sürdürürler. Neden sürdürürler? Neden birbirlerini sevmedikleri halde bir ömür
birlikte yaşarlar? Neden sevmediğimiz biriyle yaşamayı sürdürürüz? Anne ve
babası ile ilgili bunu sorduktan sonra, tavan arasında gördüğü objelerle ilgili
pek çok şey düşünür. Anlatım sırasında anlatıcı sık sık değişir.
1Torbayı karıştırdı: 2Tuvaletle
gittiğim ilk baloda giymiştim bunları. 3Her gece biriyle
dışarı çıkardım dans etmek için. 4Aman Allah'ım! 5Nasıl
yapmışım bunu? 6Ellerinin tozunu elbisesinin üstüne sildi. 7Mor
ayakkabılara baktı: 8Buruşmuşlar, küflenmişler. 9Sol
ayağına giydi birini: 10Ölçülerim hiç değişmemiş. 11Utandı;
gene de çıkaramadı ayağından. 12Topallayarak bir iki
adım attı. 13Sonra resimlere yaklaştı, diz çöktü, yan
yana getirdi onları. 14Dirseğiyle tozlarını sildi biraz. 15Beni de
kendilerini de anlamadılar.
Dış anlatıcı(Tanrı yazar):
1-6-7-9-11-12-13-14
İç ses: 2-4-5-8-10-15
Anlatıcının bu şekildeki
değişmelerine klasik roman anlatımlarında rastlamayız. Metnin geneline “Bilinç
akışı” tekniği hakimdir. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi kahramanımız aynı
anda farklı şeylerle ilgilenmekte, zihninden farklı düşünceler geçmekte,
çeşitli çağrışım sıçramaları yaşamaktadır.
Yukarıda bahsettiğimiz tüm
ayrıntılardan sonra tekrar anne ve babasıyla ilgili düşüncelerine geri
döner. “Beni de kendilerini de anlamadılar” der. Bu ifade,
iletişimsizliğin, kendine yabancılaşmanın açık bir göstergesidir. Kadın bir
yandan kendini suçlamaya devam eder. Ailesine karşı vefasız olduğunu
düşünmektedir. Şu düşünceler, suçluluk psikolojisini doğrular niteliktedir.
“Aşağıda onlara bir yer
bulabilir miyim? Koridorda, sandık odasında... saçmalıyorum. Onları unutmadım,
onları unutmadım.” Onları hayatının merkezine, salona ya da yatak
odasına koymayı düşünmez. “Onları unutmadım, onları unutmadım” vurgusu
aslında onları yıllarca ihmal ettiğine dair suçluluk psikolojisini yansıtır.
İlk eşinin fotoğrafını
bulmasıyla onunla ilgili olaylar, anılar canlanır. Kendi biten evliliğinin anne
babasının evliliğinden bir farkı yoktur. Anlamsız, mutsuz, boşuna birlikte
yaşanmış yıllar...
Boş yere kavga edilmiş,
kahramanımız çekip gitmiş, sonrası yoktur. Onunla ilgili başka bir şey
hatırlamamaktadır. “Demek sonra hiçbir şey olmadı onunla ilgili. Ne
kötü ne de iyi bir şey: demek ki hiçbir şey. Ama bunu hissetmedim; geçişler
öyle sezdirmeden oldu ki...” Bitmiş evliliği ile ilgili
temel düşüncesi sıradanlıktır. Evlilik kurumuna doğrudan yöneltilmiş bir
eleştiri yoktur. Ancak satır aralarına mutsuzluk ve kanıksayış sinmiştir. Var
olandan daha anlamlı, daha mutluluk verici bir şey yoktur. İlişkiler herhangi bir
duygu inişi yaratmadan bir alışkanlığın sürdürülmesinden ibarettir.
Bütün bu eşyaların arasında
birden eski sevgilinin cesedi ile karşılaşılmasıyla hikâye doruk noktasına
çıkar. Bu gerçeküstü, gerçek olmayacak kadar sıra dışı bir şeydir. Tavan arasında
ölmüş ve unutulmuş eski bir sevgili. Fakat yazar bunun gerçeküstü bir unsur
olmadığını, çeşitli detaylara inerek açıklar. Bizi bunun gerçek olduğuna
inandırmak ister. Burada absürd kavramı ile Kafka ve Camus ile buluşulur. Bir
hikâyede fantastik bir öge kullanılacaksa diğer bütün özellikler gerçekçi
olmalıdır. Betimlemeler inandırıcı olmalıdır.
Bu noktada hikâyenin
unutulanı ile tanışırız. Entelektüel, Türkçe'nin doğru kullanılmasına özen
gösteren (s.30-32), konuşmaktan çok düşünen tipik Oğuz Atay karakteridir.
Kadın ölümü aslında
fark etmiştir. s.32 “Duydum mu yoksa?...Ateş etmişti demek...”
Kadın unutulanı gerçekten
unutmuştur ama sevmeye devam eder. Tesadüfen görmemiş olsa onu
hatırlamayacaktır. O yüzden unutulanın kalbi yerindedir. Çünkü kadın onu
sevmeye devam etmiştir. Ancak onu düşünmediği için beyni çürümüştür. Suçluluk
duygusunu bastırmaya çalışır. Kendini haklı görme çabası içindedir. Mağdur
dilini bile kullanır. “Sonra köşemde kaldım. ... Belki de
böylece kendimi cezalandırmış oldum.” s.33
“Seni çok mu yalnız
bıraktılar sevgilim?” diyerek suçu başkalarına atar, kendini aklar.
Sonuç: Kadın karakter tavan
arasında bulduğu eski objeler vasıtasıyla geçmişiyle bir hesaplaşma yaşar.
Ancak bu hesaplaşma sonucunda hayatında hiçbir anlamlı değişiklik olmaz.
Yükümlülüklerle dolu sıradan hayatına geri döner. Çünkü o bir tutunandır.
Unutulan kısa filmini izlemek için buraya
“Korkuyu Beklerken” Gelenler
Oğuz Atay Öyküleri Üzerine Yazılar
Derleyen Hilmi Tezgör
Gerçekten yararlı ve bir o kadar da profesyonelce yapılmış bir inceleme olmuş.
YanıtlaSilTeşekkürler, beğenmenize sevindim. :)
Silöykünü teması ile ilgili görüşleriniz nelerdir hocam
Silİnsanın yaşamın olağan akışı içinde pek çok şeyi ıskalaması, kendisi için önemli olması gereken pek çok şeye duyarsızlaşıp yabancılaşması, yabancılaşırken de durumunu rasyonelize etme çabası bence. Sizin görüşünüz nedir?
SilElinize sağlık bence çok iyi olmuş hocam...
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Beğenmenize sevindim.
Silçok güzel bir inceleme olmuş.
YanıtlaSilTeşekkürler. Beğenmenize sevindim.
SilDurum hikayesi mu olay hikayesi mı olduğunu tam kavrayamadim sizin düşünceniz nedir?
YanıtlaSilÖykü kısa bir zaman diliminde geçse de öyküyü kısacık bir ana hapsetmek, hikaye kişilerini geçmişsiz ve geleceksiz tahayyül etmek mümkün değil. Geçmişte yaşananların, deneyimlerin her birinin izinin bu kısacık hatırlama anına yansıdığı bir öyküye bakıyoruz burada. Size de durum mu olay mı diye düşündürten bu olsa gerek. Türler arası kesin ayrımlar yapmayı işin uzmanlarına bırakalım en iyisi :)
Sil