Çocuklar ölümü bilir
Yıllar önce kendi uydurduğum bir hikâye anlattım Ada'ya. Hikâyenin sonunda olaylar tatlıya bağlanıyordu. Ancak yaşlı ve yorgun baba ölüyordu. “Yaşlı kral, ülkesini kızına emanet edip sonsuz uyku diyarında bulunan sevgili eşine kavuşmuş.” diyerek bitirdim masalı. Ada başını bana çevirdi. Sordu. “Kral öldü mü?”
Yıllar önce kendi uydurduğum bir hikâye anlattım Ada'ya. Hikâyenin sonunda olaylar tatlıya bağlanıyordu. Ancak yaşlı ve yorgun baba ölüyordu. “Yaşlı kral, ülkesini kızına emanet edip sonsuz uyku diyarında bulunan sevgili eşine kavuşmuş.” diyerek bitirdim masalı. Ada başını bana çevirdi. Sordu. “Kral öldü mü?”
Birkaç
ay önce Deniz'le konuşuyorduk. Laf lafı açtı. Anneannesinin
annesinin olup olmadığını, varsa nerede olduğunu, kendisinin
neden hiç görmediğini merak etti. Duraksadım. Ölümü nasıl
anlatacağımı kestiremedim. “Bulutların üzerinden el sallayan
yaşlılar”, fena fikir değildi.“Vardı, çok yaşlandı.
Gökyüzüne gitti.” 2,5 yaşındaki Deniz gerçeği biliyordu.
“Hayır anne, gökyüzüne gitmedi. Öldü.” Sebebi babasıyla
evde izlediği bir çizgi film.
Miffy,
basit, sade çizgileriyle küçük yaş grubuna hitap eden Hollanda
yapımı bir çizgi film. Miffy adında bir tavşanın ailesi ve
arkadaşlarıyla yaşadıklarını konu alıyor. Bir gün Miffy ve
arkadaşları okulun bahçesinde oyun oynarken Kirpi'nin hiç
kıpırdamadığını görürler. Öğretmenleri gelir. Kirpi'nin
öldüğünü söyler. Çocuklar çeşitli sorular sorar. “Uyuyor
mu? Ne zaman uyanacak? Bizimle tekrar oynayacak mı? Bir süre sonra
oynayacak mı?” gibi. Öğretmen, “Kirpi'nin öldüğünü,
hiçbir zaman uyanmayacağını, gittiğini” kesin bir dille
belirtir. Miffy eve gelir. Annesine Kirpi'nin öldüğünü söyler.
Annesi, “Onunla çekilmiş fotoğraflarımızı bulalım.” der.
Ertesi gün, herkes okula Kirpi'nin fotoğraflarıyla gelmiştir. Hep
birlikte onu anarlar.
Bizim
toplum olarak ölümle ilişkimiz bozuk. Ölüm haberi alınca ne
yapacağını, ne söyleyeceğini bilemeyen, cenazeye, taziyeye
gitmekten kaçınan, sevdiklerini kaybeden çocukların onunla
vedalaşmasını engelleyen yetişkinlerle dolu bu ülke. Ölümün,
ölümcül hastalıkların, hayaletlerin, canavar hikâyelerinin
çocuklara göre olmadığı düşünülür. Oysa çocuklar ölümü
bilir. Kendi yarattıkları canavar hikâyeleriyle birbirlerini
korkutup eğlenir.
Tabuları
Yıkan Yazar
Hanzade
Servi, Türkiye'de çok da fazla örneği olmayan Çocuk Korku
Edebiyatı türünde yazıyor. Hikâyelerinde ölüm, hastalık,
hayalet ve umacılar var. Korku ve gerilim mizahla ustaca
harmanlanmış. En sevdiği yazarların Aziz Nesin ve Stephen King
olmasına şaşırmamalı.
Hayalet
Tozu
Uzun sayfalardan korkanlar bu kitabı
okumasın. Hayalet Tozu, kalın kitap gördüklerinde keyif daha uzun
sürecek diye düşünenler için yazılmış. Düşçe
9 yaşında. Annesi psikolog. Aynı zamanda Korku Tüneli adındaki
kitap dükkânının sahibi. Babası kendisini meşhur edecek bir
korku romanı yazmaya çalışıyor. Çok başarılı olduğu
söylenemez. Düşçe'nin en büyük eğlencesi babasının sekiz,
dokuz sayfadan ileri gitmeyen roman taslaklarına konu bulmak. En iyi
arkadaşı Güney'in babası bilim insanı. Nerede olduğunu bilen
yok. Güney onun bir timsahın midesinde yaşadığını ya da Mars'a
gittiğini hayal ediyor. Aramamasının sebebi ancak bu olabilir.
Derken Düşçe'lerin evinin
karşısına iki ay boyunca kızlarını evde saklayan Bay ve Bayan
Asıksurat taşınır. Düşçe, bir gün onu, odasının
penceresinden dışarı bakarken görür. Arkadaş olurlar. Arzu
lösemidir. Tedavi görmektedir. Arzu'nun annesi de, Düşçe'nin
annesi de bu arkadaşlıktan hoşnut değildir. Arzu ile arkadaşlığı
başladığından beri gergin ve endişeli olan ailesi, onu yaz
tatilinde şimdiye kadar hiç görmediği anneanne ve dedesinin
çiftliğine göndermeye karar verir. Düşçe, onların kendisinden
bir sır sakladığına emindir. Üstelik Düşçe'den sır saklayan
sadece anne ve babası değildir. Belinden aşağısı olmayan Bayan
Tozlusüslü, üst kat komşusu Bulut bey, bıyıklı
ve garip kokular süren Peri, hepsi Düşçe'den bir şeyler
saklamaktadır. Hayatının en büyük sırrını keşfedeceği
yolculukta Düşçe kimlerle ve nelerle karşılaşacaktır?
Kendisine küçük gelen tişörtler ve büyük gelen terlikler giyen
Orçun, taze soğanla onu kovalayan annesi, koca malikanesinde yalnız
yaşayan Boğaç Boğkıraç, bir kuyu, kuyunun başında toplanan üç
küçük kız, oyuncak bir bebek. Çocuk kitabı raflarında dursa
da bütün aile, sırlarla dolu bu macerayı bir solukta okuyabilir,
aynı yerlerde gülüp aynı yerlerde ağlayabilirsiniz.
Kumdan
Salıncak
Yıllar önce terk edilmiş
Salkımsöğüt Oteli etrafında dönen heyecanlı bir hikâye.
Sınıfın en gıcık kızı
Yıldız'ın doğum gününe bütün sınıf davetlidir. Serin, doğum
gününe gitmeyi hiç istemez. Bu yüzden en yakın arkadaşı
İpek'le arası bozulur. Doğum gününü eğlenceye çevirmek için
Erdinç'le bir plan yaparlar. Kısa bir süre sonra Serin babasının
işlerinin iyi gitmediğini, taşınmaları gerektiğini öğrenir.
Babası, babaanne ve dedesinin ölümünden sonra kapattıkları
Salkımsöğüt isimli eski otellerini işletmeye karar vermiştir.
Bu esnada başka bir yerde, Yaşın,
Salkımsöğüt'ün boş odalarından birinde Kartal ve Örsay'la
oyun oynarken gizli bir bölmede 1963 yılında yazılmış bir
günlük bulur. Günlük sağır bir kıza aittir. Yaşın, eski
sahiplerinin oteli tekrar işletmeye karar verdiğini duyar. Otel
tadilata girmeden gizli hazinesini bıraktığı yerden almalı,
kızın başına neler geldiğini çözmelidir. Yaşın, ailesiyle
ilgili büyük bir sırrı ortaya çıkaracağından habersizdir.
İki hikâye paralel ilerler, günün
birinde kesişir. Sayfaları çevirdikçe 11 yaşındaki yedi çocuğun
dostluğunu, taşıdıkça ağırlaşan sırları, ve tüm soruların
cevaplarını bulacaksınız. Çünkü sırların en sevdiği oyun,
bir gün ortaya çıkmaktır.
Umacı
Umacılık Okulu’ndaki 150
yıllık eğitimini tamamlayan Gırrgor, Topaç adında bir çocuğun
dolabına, onu korkutmak üzere gönderilir. Topaç'ın yeterince
sorunu olduğunu gören Gırrgor ona yardım etmeye karar verir.
Ayrıca bütün gün daracık bir dolap içinde bekleyip geceleri
çocuk korkutmayı çok da eğlenceli bulmaz. Gırrgor, çocukları
korkutmanın anlamsız bir şey olduğunu görünce Topaç’ın da
yardımıyla, umacıların binlerce yıllık tarihini değiştirmek
üzere kolları sıvar.
Bu eğlenceli hikâyeyi kim
mi anlatıyor? İşte onu bilmiyorum. Beş kereviz sapı, acil
denizaltına ihtiyaç duyduğu için pazara gitmek zorunda kaldı.
Tam da Umacıca'yı nereden bildiğini açıklayacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder