11 Ocak 2014 Cumartesi

ÇOCUK KORKU EDEBİYATI

Çocuklar ölümü bilir
Yıllar önce kendi uydurduğum bir hikâye anlattım Ada'ya. Hikâyenin sonunda olaylar tatlıya bağlanıyordu. Ancak yaşlı ve yorgun baba ölüyordu. “Yaşlı kral, ülkesini kızına emanet edip sonsuz uyku diyarında bulunan sevgili eşine kavuşmuş.” diyerek bitirdim masalı. Ada başını bana çevirdi. Sordu. “Kral öldü mü?”
Birkaç ay önce Deniz'le konuşuyorduk. Laf lafı açtı. Anneannesinin annesinin olup olmadığını, varsa nerede olduğunu, kendisinin neden hiç görmediğini merak etti. Duraksadım. Ölümü nasıl anlatacağımı kestiremedim. “Bulutların üzerinden el sallayan yaşlılar”, fena fikir değildi.“Vardı, çok yaşlandı. Gökyüzüne gitti.” 2,5 yaşındaki Deniz gerçeği biliyordu. “Hayır anne, gökyüzüne gitmedi. Öldü.” Sebebi babasıyla evde izlediği bir çizgi film.
Miffy, basit, sade çizgileriyle küçük yaş grubuna hitap eden Hollanda yapımı bir çizgi film. Miffy adında bir tavşanın ailesi ve arkadaşlarıyla yaşadıklarını konu alıyor. Bir gün Miffy ve arkadaşları okulun bahçesinde oyun oynarken Kirpi'nin hiç kıpırdamadığını görürler. Öğretmenleri gelir. Kirpi'nin öldüğünü söyler. Çocuklar çeşitli sorular sorar. “Uyuyor mu? Ne zaman uyanacak? Bizimle tekrar oynayacak mı? Bir süre sonra oynayacak mı?” gibi. Öğretmen, “Kirpi'nin öldüğünü, hiçbir zaman uyanmayacağını, gittiğini” kesin bir dille belirtir. Miffy eve gelir. Annesine Kirpi'nin öldüğünü söyler. Annesi, “Onunla çekilmiş fotoğraflarımızı bulalım.” der. Ertesi gün, herkes okula Kirpi'nin fotoğraflarıyla gelmiştir. Hep birlikte onu anarlar.
Bizim toplum olarak ölümle ilişkimiz bozuk. Ölüm haberi alınca ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemeyen, cenazeye, taziyeye gitmekten kaçınan, sevdiklerini kaybeden çocukların onunla vedalaşmasını engelleyen yetişkinlerle dolu bu ülke. Ölümün, ölümcül hastalıkların, hayaletlerin, canavar hikâyelerinin çocuklara göre olmadığı düşünülür. Oysa çocuklar ölümü bilir. Kendi yarattıkları canavar hikâyeleriyle birbirlerini korkutup eğlenir.

Tabuları Yıkan Yazar
Hanzade Servi, Türkiye'de çok da fazla örneği olmayan Çocuk Korku Edebiyatı türünde yazıyor. Hikâyelerinde ölüm, hastalık, hayalet ve umacılar var. Korku ve gerilim mizahla ustaca harmanlanmış. En sevdiği yazarların Aziz Nesin ve Stephen King olmasına şaşırmamalı.

Hayalet Tozu
Uzun sayfalardan korkanlar bu kitabı okumasın. Hayalet Tozu, kalın kitap gördüklerinde keyif daha uzun sürecek diye düşünenler için yazılmış. Düşçe 9 yaşında. Annesi psikolog. Aynı zamanda Korku Tüneli adındaki kitap dükkânının sahibi. Babası kendisini meşhur edecek bir korku romanı yazmaya çalışıyor. Çok başarılı olduğu söylenemez. Düşçe'nin en büyük eğlencesi babasının sekiz, dokuz sayfadan ileri gitmeyen roman taslaklarına konu bulmak. En iyi arkadaşı Güney'in babası bilim insanı. Nerede olduğunu bilen yok. Güney onun bir timsahın midesinde yaşadığını ya da Mars'a gittiğini hayal ediyor. Aramamasının sebebi ancak bu olabilir.
Derken Düşçe'lerin evinin karşısına iki ay boyunca kızlarını evde saklayan Bay ve Bayan Asıksurat taşınır. Düşçe, bir gün onu, odasının penceresinden dışarı bakarken görür. Arkadaş olurlar. Arzu lösemidir. Tedavi görmektedir. Arzu'nun annesi de, Düşçe'nin annesi de bu arkadaşlıktan hoşnut değildir. Arzu ile arkadaşlığı başladığından beri gergin ve endişeli olan ailesi, onu yaz tatilinde şimdiye kadar hiç görmediği anneanne ve dedesinin çiftliğine göndermeye karar verir. Düşçe, onların kendisinden bir sır sakladığına emindir. Üstelik Düşçe'den sır saklayan sadece anne ve babası değildir. Belinden aşağısı olmayan Bayan Tozlusüslü, üst kat komşusu Bulut bey, bıyıklı ve garip kokular süren Peri, hepsi Düşçe'den bir şeyler saklamaktadır. Hayatının en büyük sırrını keşfedeceği yolculukta Düşçe kimlerle ve nelerle karşılaşacaktır? Kendisine küçük gelen tişörtler ve büyük gelen terlikler giyen Orçun, taze soğanla onu kovalayan annesi, koca malikanesinde yalnız yaşayan Boğaç Boğkıraç, bir kuyu, kuyunun başında toplanan üç küçük kız, oyuncak bir bebek. Çocuk kitabı raflarında dursa da bütün aile, sırlarla dolu bu macerayı bir solukta okuyabilir, aynı yerlerde gülüp aynı yerlerde ağlayabilirsiniz.
 
Kumdan Salıncak
Yıllar önce terk edilmiş Salkımsöğüt Oteli etrafında dönen heyecanlı bir hikâye.
Sınıfın en gıcık kızı Yıldız'ın doğum gününe bütün sınıf davetlidir. Serin, doğum gününe gitmeyi hiç istemez. Bu yüzden en yakın arkadaşı İpek'le arası bozulur. Doğum gününü eğlenceye çevirmek için Erdinç'le bir plan yaparlar. Kısa bir süre sonra Serin babasının işlerinin iyi gitmediğini, taşınmaları gerektiğini öğrenir. Babası, babaanne ve dedesinin ölümünden sonra kapattıkları Salkımsöğüt isimli eski otellerini işletmeye karar vermiştir.
Bu esnada başka bir yerde, Yaşın, Salkımsöğüt'ün boş odalarından birinde Kartal ve Örsay'la oyun oynarken gizli bir bölmede 1963 yılında yazılmış bir günlük bulur. Günlük sağır bir kıza aittir. Yaşın, eski sahiplerinin oteli tekrar işletmeye karar verdiğini duyar. Otel tadilata girmeden gizli hazinesini bıraktığı yerden almalı, kızın başına neler geldiğini çözmelidir. Yaşın, ailesiyle ilgili büyük bir sırrı ortaya çıkaracağından habersizdir.
İki hikâye paralel ilerler, günün birinde kesişir. Sayfaları çevirdikçe 11 yaşındaki yedi çocuğun dostluğunu, taşıdıkça ağırlaşan sırları, ve tüm soruların cevaplarını bulacaksınız. Çünkü sırların en sevdiği oyun, bir gün ortaya çıkmaktır.
 
 
Umacı
Umacılık Okulu’ndaki 150 yıllık eğitimini tamamlayan Gırrgor, Topaç adında bir çocuğun dolabına, onu korkutmak üzere gönderilir. Topaç'ın yeterince sorunu olduğunu gören Gırrgor ona yardım etmeye karar verir. Ayrıca bütün gün daracık bir dolap içinde bekleyip geceleri çocuk korkutmayı çok da eğlenceli bulmaz. Gırrgor, çocukları korkutmanın anlamsız bir şey olduğunu görünce Topaç’ın da yardımıyla, umacıların binlerce yıllık tarihini değiştirmek üzere kolları sıvar.
Bu eğlenceli hikâyeyi kim mi anlatıyor? İşte onu bilmiyorum. Beş kereviz sapı, acil denizaltına ihtiyaç duyduğu için pazara gitmek zorunda kaldı. Tam da Umacıca'yı nereden bildiğini açıklayacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder