Dün gece
51. Troia festivalinin resmi açılış töreni için Troia'ya
gittiğimde karışık duygular içindeydim. Heyecan, merak, utanç...
Evet, utanç! Çocukluğum ve ilk gençliğim Çanakkale'de geçti.
Çanakkale'ye geri döneli dört yıl oldu. Hâlâ Troia hakkında
çok az şey biliyorum. Hesaplıyorum, antik kenti en son yirmi iki
yıl önce gezmişim. Geçen yirmi iki yılda anfi tiyatro
kalıntıları kısmen ortaya çıkarılmış. Efes ya da Side'deki
gibi görkemli anfi tiyatrolar gelmesin aklınıza. Gene de meşe
ağaçlarının arasından anfi tiyatroya doğru yürümek, binlerce
yıl önce inşa edilmiş merdivenleri tırmanmak, kendimize oturacak
yer bulmak ve Kazak asıllı piyanist Anjelika Akbar'ı böyle bir
ortamda dinleyecek olmak heyecan vericiydi. Belediye başkanı Ülgür
Gökhan'ın açılış konuşmasının geneline kardeşlik ve barış
özlemi hâkimdi. “Kardeşliğin bu topraklarda mayası, bu
havada kokusu vardı. Troya savaşında da Anadolu'nun tüm halkları
kardeşti. Troialıların zor anlarında yanlarında Likyalılar,
Mysialılar, Frigyalılar ve daha niceleri vardı. Çanakkale
cephesindeki mücadelede de Anadolu'nun tüm hakları kardeşlikle
birleşti. İşte Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler ve daha
niceleri şu karşıda koyun koyuna yatıyor. Onun için bu ülkede
ayrımcılık yapanları işitebilecek kulaklarımız yok. Ne mutlu
ki sağırız. Kimseyi fikrinden, kökeninden dolayı horlayacak
dilimiz de yok. Onur duyuyoruz ki dilsiziz, lâlız. Kimseye
inancından dolayı küçümseyerek bakacak gözlerimiz yok ve
körlüğümüzle şeref duyarız. Onun için ben de bir Aleviyim,
Sünniyim, Türküm, Kürdüm. Affınızı beklemeden Ermeniyim.
Sıkılmadan Rumum. Ezanım, hazanım, çanım. Biz hepimiz adımız
ne olursa olsun soy adı Türkiye olan kocaman bir aileyiz.”
diye konuştu.
Tören 51.
Troia Festivali Afiş Yarışması birincisi İdil Dilan Soyer'e
ödülünün takdim edilmesiyle devam etti.
2002 yılından beri dağıtılan Homeros Bilim Sanat Kültür Ödülü Anjelika Akbar'a verildi. Ödülü alırken Akbar çok heyecanlıydı. "Şimdiye kadar bir çok ödül aldım. Ama bu hayatımda aldığım en güzel ödül. Ben şuna inanıyorum: Dünyada savaş ne zaman bitecek? İçimizdeki barışı bulduğumuz zaman. Ben de içimdeki barışı bulmaya çalışacağım. Bu ödüle de layık olmaya çalışacağım." Piyanosunun başına oturduğunda ilk iş ayakkabılarını çıkardı. "Ayakkabılarımı çıkardım. Ben evimde böyle piyano çalıyorum, çıplak ayakla. Burası benim evim, siz de misafirimsiniz."
Ben kendi adıma Anjelika Akbar'ın evine misafir olmaktan çok hoşnut oldum. Çalacağı parçaya dair küçük açıklamalarına, her şarkı sonrasında kalkıp selam vermesine, gözleri kapalı, notalara bakmaksızın, müziği içinde duyarak çalmasına bayıldım. Heyecanı, coşkusu bana da geçti. Sözlerinin boğazına düğümlendiği, gözlerinin dolduğu her an, aynı şeyleri hissettim. Troia festivali için bestelediği Luvi bestesiyle ışık insanlarına, Luvilere bir selam yolladı. Gelibolu yarımadasında toprağın altında yatan binlerce genç huzurla uyumaya devam etsin diye Çanakkale Türküsü'nü bir ninni gibi çaldı. İki yıl önce kaybettiği felsefe profesörü ve orkestra şefi babası için Ukraynalı besteci Igor Shamo'nun Türkçede "Şimdi nerelerdesin?" anlamına gelen bir valsini çaldı. Yalnız Çınar'ı dinlerken sahneler vardı gözlerimin önünde, Nâzım'a dair; 1951'de bir denizde genç bir arkadaşla ölümün üzerinde yürüyen, İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu? adlı oyunu ilk gecenin ardından yasaklanan, Stalin'i eleştirdiği için rejim muhalifi damgası yiyen, Varna'dan "Karadeniz akıyor durmadan,/ deli hasret deli hasret,/ oğlum sana sesleniyorum?/ işitiyor musun,/ Memet! Memet!" dizeleriyle İstanbul'da bıraktığı oğluna seslenen, vatan haini olduğu için Türk vatandaşlığından çıkarılan, çok sevdiği partisinden ihraç edilen, Sovyet pasaportu alamayan, yıkılan putların altında ezilmeyen...
Aşk uğruna yıkılmış, yakılmış bir şehirde Aşk'ı dinledik, sonra Bachlike bestesini.
Eve dönüş yolunda ayın bize bir de sürprizi vardı. Neden ay, ufka yakın çok büyük görünüyor, bilmiyorum, muhtemelen bir göz yanılsaması, ama öyle büyük ve sarı-kırmızı görmek her defasında beni büyülüyor. Evin sokağına girdiğimde havaya karışan yasemin kokusunu da içime çekince... Velhasıl mutluydum dün gece.
Ben kendi adıma Anjelika Akbar'ın evine misafir olmaktan çok hoşnut oldum. Çalacağı parçaya dair küçük açıklamalarına, her şarkı sonrasında kalkıp selam vermesine, gözleri kapalı, notalara bakmaksızın, müziği içinde duyarak çalmasına bayıldım. Heyecanı, coşkusu bana da geçti. Sözlerinin boğazına düğümlendiği, gözlerinin dolduğu her an, aynı şeyleri hissettim. Troia festivali için bestelediği Luvi bestesiyle ışık insanlarına, Luvilere bir selam yolladı. Gelibolu yarımadasında toprağın altında yatan binlerce genç huzurla uyumaya devam etsin diye Çanakkale Türküsü'nü bir ninni gibi çaldı. İki yıl önce kaybettiği felsefe profesörü ve orkestra şefi babası için Ukraynalı besteci Igor Shamo'nun Türkçede "Şimdi nerelerdesin?" anlamına gelen bir valsini çaldı. Yalnız Çınar'ı dinlerken sahneler vardı gözlerimin önünde, Nâzım'a dair; 1951'de bir denizde genç bir arkadaşla ölümün üzerinde yürüyen, İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu? adlı oyunu ilk gecenin ardından yasaklanan, Stalin'i eleştirdiği için rejim muhalifi damgası yiyen, Varna'dan "Karadeniz akıyor durmadan,/ deli hasret deli hasret,/ oğlum sana sesleniyorum?/ işitiyor musun,/ Memet! Memet!" dizeleriyle İstanbul'da bıraktığı oğluna seslenen, vatan haini olduğu için Türk vatandaşlığından çıkarılan, çok sevdiği partisinden ihraç edilen, Sovyet pasaportu alamayan, yıkılan putların altında ezilmeyen...
Aşk uğruna yıkılmış, yakılmış bir şehirde Aşk'ı dinledik, sonra Bachlike bestesini.
Eve dönüş yolunda ayın bize bir de sürprizi vardı. Neden ay, ufka yakın çok büyük görünüyor, bilmiyorum, muhtemelen bir göz yanılsaması, ama öyle büyük ve sarı-kırmızı görmek her defasında beni büyülüyor. Evin sokağına girdiğimde havaya karışan yasemin kokusunu da içime çekince... Velhasıl mutluydum dün gece.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder