8 Ekim 2014 Çarşamba

SEBEBİ VERA!


Çoğu okur, sevdiği yazarların, şairlerin hayat hikâyesini merak eder. Nasıl bir çocukluk geçirmiş, yazar, şair olmaya nasıl karar vermiş? Sanatçı arkadaşları kim? Yapıtlarının arka planını anlamaya, kafamızdaki soru işaretlerini, karanlık noktaları aydınlatmaya çalışırız okuduklarımızla. Bu yüzden anı kitapları, otobiyografiler okurların ilgisini çeker. Otobiyografiyse sorun yok ancak ölmüş bir yazarın/şairin yakınları tarafından yazılan anı kitapları bazen yazarın/şairin anısına saygısızlık yaratabiliyor. Kütüphanede Vera Tulyokava Hikmet'in yazdığı Bahtiyar Ol Nâzım isimli anı kitabını görünce tereddüt etmeden aldım. Büyük bir iştahla okumaya başladım. Çocukla plaja bile götürdüm. Derken okuduklarım hevesimi kaçırdı. Ara verdim. En nihayetinde bitirmeden kitabı kütüphaneye iade ettim. Sebebi Vera!
 
 

Galina'yı Can Dündar'ın Nâzım Hikmet belgeselinden ve gazete yazılarından tanıyorum. “Kalsa benimle daha uzun yaşardı ama o güzelim şiirleri yazamazdı. Çünkü ona o şiirleri aşk yazdırıyordu.” diyebilen, terlikleriyle evden başka bir kadına kaçan sevdiğinin ardından ona para, kendi elleriyle ördüğü süeter, portakal gönderen, gittiği yerde ona göz kulak olacak doktor ayarlayan Galina'dan metin boyunca "doktor kadın" olarak bahsedilmesi, Nâzım Hikmet'in sevdiği, yedi yıl boyunca birlikte yaşadığı kadının böyle bir üslupla çekiştirilmesi, kötülenmesi beni gerçekten rahatsız etti.

İşte örnekleri:

*Edebiyatla, çok yönlü yaşamla yoğrulmuş, doktorluk mesleğine taparcasına saygı duyan ve senin günlük yaşamının sıkça tanığı olan hiç kimse senin kadın doktorunu ciddiye almıyordu. Bunu biraz da sen tetikliyordun: Konuklarının kadına olan tepkisini hissettiğin anda, şakayla karışık, Sovyetler Birliği'nde maaşlı ve özel doktoru olan tek kişinin kendin olduğunu dile getiriyor, yazarlara sağlanan şoförler ve ev hizmetlileri tarzında bir şey olduğunu söylüyordun. Ve senin kişisel doktorun maaşını hak ediyordu: “Yeme yoksa ölürsün!”, “Konuşma yoksa ölürsün!”, “Yavaş yürü yoksa ölürsün!” Tuhaf olan, korkuyla, hareketlerini bu uyarılara göre ayarlaman ve susmandı. Kadın doktor, sıcak yaz gününde sen konuklarınla masa başındayken önce belden yukarını soyup, sonra sana yün çamaşırlar giydirebiliyordu. Ardından yaklaşık bir saat sonra senden ter boşanmaya başladığında, tüm bu gördüklerinden utanan kadın konuklarının, entelektüel dostlarının önünde ıslanmış giysilerini üstünden çekip alabiliyordu. Başlangıçta, tüm bunlar kabalık olarak görünmüştü. (s.50-51)

*Bir keresinde senin doktor kadına insanlara neden hiç güvenmediğini sordum. Neden her şeyi kilit altında tutuyordu?
“Biliyor musun, savaş sırasında soydular beni. Orduda hizmet ediyordum, asker olarak. Moskova'ya geldiğimde eşyalarım çalınmıştı. O günden beri herkesten korkarım,” diye yanıtladı beni.
Savaştan; herkesin yakınlarını, sevdiklerini yitirdiği, tüm ülkenin kanla yıkandığı, kentlerin yıkıldığı, faşizmin gelip kapıya dayandığı savaştan ona kalan soyulacağı korkusuydu... Arabada gidiyor ve bu iç dökmenin son nâmelerini dinliyorduk. Her şey abartıyla dillendiriliyordu. Sen şoförün yanında oturuyordun Nâzım. Hiç şüphesiz her şeyi duyuyordun. Ama ne arkaya döndün ne de tek bir söz ettin. Neden? Sonraları, pek çok kez manevi değerlerden yoksun, küçük düşünen, entelektüel zekadan yoksun insanlara karşı taktiksel olarak suskun kaldığını gördüm. (s.88)

*“Gezinip durma yoksa ölüvereceksin!” uyarısı sadece senin değil, kır evine gelen herkesin aklında yer etmişti. Oysa o yaz 55 yaşındaydın! Evet, beş kez kalp krizi geçirmiştin geçirmesine, ama çevremizde kalbinden problemi olmayan sanatçı sayısı ikiyi geçmezdi, herhalde. Hepsi de normal yaşamlarını sürdürüyorlar, diğer insanlar gibi yaşıyorlardı. Doğrusu, onların maaşla tutulmuş, sürekli felaket tellallığı yapan doktorları yoktu yanlarında. (s. 91)

Kitapta Galina'nın isminin geçtiği tek yer Nâzım Hikmet'in cenaze töreni. Burada da yasını tutma, acısını dilediği gibi yaşama hakkı tanınmıyor ona. Nâzım'ın yüzünü kirletmekle suçlanıyor.

"Birisi omuzlarımı ve ellerimi sıkı sıkıya tutuyordu. Kukla gibiydim. Hüzün yüklü olayın parçalarını mekanik olarak yaşıyordum. Tabutun diğer tarafında Memed'le duran Münevver'i anımsıyorum. Simonov'un işaretiyle yanına gelişi, alışkanlıkla sabahleyin kırmızı karanfil iliştirdiğim ceketinin cebinden seni öpüşü aklımda Nâzım. Bir de Galina'nın tabuta atlayışını anımsıyorum, ihtirasla dudaklarına yapışmasını ve orada bıraktığı yağlı kırmızı izi... Yüzünün o harikulade görüntüsü bozulmuştu. Her şeyin devinimsiz olduğunu, yüzlerdeki perişanlığı ve senin sessizce yüzünün silinmesini istediğini anımsıyorum. Kimse kımıldamamıştı yerinden ve benim yapmam gerekmişti." (s.420)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder