27 Ekim 2014 Pazartesi

#festivalgeliyor

Doğanın yaşamı sürdürme becerisine müdahale ediyoruz. Doğal döngüleri bozuyoruz. Biyolojik çeşitliliği yok ediyoruz. Doğayı zehirliyoruz, kirletiyoruz. Hepimizin derdi aynı, temiz hava, su, gıda... Ekolojik ürünleri satın almakla yetinen tarafta mı olacağız sınırlı kaynakları sürdürmeye çalışan tarafta mı? Başka bir dünya mümkün mü? Araştırmaya nereden başlayacağız? Kitaplar, belgeler, incelemeler, paneller, konferanslar...  Okuduklarımızı unutabiliriz, dinlediklerimiz bizi korkutabilir, çaresiz hissedebilir ve vazgeçebiliriz; filmlerdeki, belgesellerdeki gerçek yaşam hikâyeleridir aklımızda kalan, bize ilham veren. Bazı filmler vardır izleyince önümüzde yeni bir pencere açılır. Bazı hikâyeler hayata bakış açımızı kökten değiştirebilir.
Size bir iyi  haberim var, kente festival geliyor. 2008 yılından beri düzenlenen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF), Pan Görsel Kültür Derneği'nin organizasyonuyla bu yıl ilk kez 10 diğer ille eş zamanlı olarak Çanakkale'de de düzenlenecek. 7-8-9 Kasım'da Erkan Yavuz Deneysel Sanat Atölyesi'nde gerçekleşecek ücretsiz gösterimleri kaçırmayın. Programa ulaşmak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın.
http://www.surdurulebiliryasam.org/festival-2014/salonlar-ve-program/canakkale/
Festivale sayılı günler kala kolektifin "Siz de yapabilirsiniz!" çağrısını alan Çanakkale ekibinin koordinatörü İlknur Urkun ile festival ve sürdürülebilir yaşam hakkında konuştuk. 

Sürdürülebilir yaşam, fikir ve eylem olarak senin hayatına ne zaman girdi? Sonrasında ne gibi değişiklikler yaşadın?
Sürdürülebilirlik kavramı ilk defa üniversitedeki çevre planlama dersinde aklıma düştü sanırım. Hocanın tüm dönem için verdiği okuma listesini birkaç haftada yalayıp yutmuştum. Hayatım boyunca hiçbir dersin bu kadar ilgimi çektiğini hatırlamıyorum. Sonra sürdürülebilir kalkınma kavramı karşıma çıktı ve kavramların içlerini aslında canımızın istediği gibi doldurabildiğimizi fark ettim. Neyi sürdürmek istediğimiz çok önemliydi. Bir şekilde GDO’lar hakkında okumaya, zehirli temizlik maddelerinin alternatiflerini araştırmaya başladım. Okuma, etrafımdakilerle paylaşma ve tartışma zincirinin son halkası harekete geçmekti. Permakültür tasarım eğitimi aldım ve dünya üzerinde insan yaşamını doğanın geri kalanına zarar vermeden sürdürebilmek konusunda öğrendiklerimi uygulayabileceğim her mecraya bulaştım. Hayatıma paylaşım ekonomisi deneylerine katılmak, ekolojik menstruasyon ürünlerini tanıtan bir blog yazmak, doğal tohumlar biriktirmek, kompost kursları vermek, arıcılık yapmak gibi şeyler girdi ve önceliklerim bunlar oldu.

Sürdürülebilir yaşamla ilgilenen insanlar festivalin doğal katılımcıları. Ancak bu konuda hiçbir fikri olmayan insanları festivale çekmek, onların hayatlarında bir değişim yaratmak da önemli. Sosyal medyada ya da sokaklarda afişlere rastlamış ancak SYFF'nin ne olduğunu bilmeyenler için SYFF nasıl bir festivaldir, neden düzenleniyor, açıklayabilir misin?
SYFF 2008 yılından beri izleyicisine ilham ve güç veren, sorunlar karşısında bir şeyler yapabileceğini hissettiren filmleri, Türkçe alt yazı ile ücretsiz olarak sunan bir festival. Seçkisindeki filmlerle gündemdeki olumsuz olayların bombardımanı sırasında bize ulaşmayan, dünyanın farklı köşelerinden çözüm barındıran gerçek hikâyelerle izleyiciyi harekete geçmeye teşvik etmeyi amaçlıyor. Bu yıl festival seçkisinde öne çıkan sosyal girişimcilik hikâyeleri ile herhangi bir konuya çözüm üretmeyi kendine dert edinmiş, azimli ve yaratıcı insanlarla tanışacak ve ilham alacağız. Sürdürülebilir bir yaşamın ancak çeşitlilikle mümkün olacağını bildiğimizden toplumun her kesiminden katılımcıyı bir araya getirmeyi hedefliyoruz; çiftçileri, iş sahiplerini, şirket çalışanlarını, öğrencileri ve öğretmenleri, çocuğunun gelecekte yaşayacağı dünyadan endişeli ebeveynleri, akademisyenleri ve aktivistleri bu belgeselleri birlikte izlemeye davet ediyoruz.

Senin kolektifle tanışma, festivalin eş zamanlı olarak Çanakkale'de düzenlenmesi, hazırlık süreci nasıl gelişti?
Ben 2011 yılında Bayramiç’te düzenlenen 1. Türkiye Permakültür Buluşması sırasında Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi’nden Aykut İstanbullu ile tanıştım. Ona arılarla ilgili bir film önermiştim ve kolektif de bu filmi göstermeye karar verip benden alt yazısını çevirmemi istedi. O günden beri festivalin gönüllü çevirmeniyim. Bu yıl festivalin ilk kez eşzamanlı olarak İstanbul dışında da yapılmasına karar verildiğinde, arkadaşlar kolektifin içinden biri olarak bunun organizasyonunu üstlenmemi istediler. Çok memnuniyetle kabul ettim çünkü yıllardır onlarca önemli filmi Türkçe alt yazıya kavuşturuyoruz ve bu filmlerin pek çoğu sadece bir kez, İstanbul’da gösteriliyordu. Bu sorumluluğu kabul etmekle birlikte Çanakkale merkezde yaşamadığım için bunun altından kalkmamın mümkün olmadığını biliyordum. Permakültür Çanakkale ekibimizden, Pan Görsel Kültür Derneği’nden, ÇAYEK’ten ve Çanakkale Çevre Platformu’ndan birkaç arkadaşa ekip kurmak için teklif götürdüm. Kolektifin önerisiyle seninle de tanıştık ve ekibi kurduktan sonra hazırlıklar çok keyifle sürdü. Afişlerimiz şehre dağıtıldı, sosyal medyada etkinliğimiz duyuruluyor, herkes sabırsızlıkla çok yakında yayınlayacağımız festival programını bekliyor.

Çok bilinen bir Afrika atasözü “Bu dünya bize atalarımızdan miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık.” diyor. Oysa doğanın yaşamı sürdürme becerisine müdahale ediyoruz. Doğal döngüleri bozuyoruz. Biyolojik çeşitliliği yok ediyoruz. Doğayı zehirliyoruz, kirletiyoruz. Gelecek kuşakların hakkını yemeden yaşamayı yeniden öğrenmemiz gerektiği aşikâr. Kentlerde evlerimizde, iş yerlerimizde çalışırken, yaşarken nelere dikkat edeceğiz?
Bence en önemlisi hem neyi istemediğimizi, hem de bunun yerine ne koymak istediğimizi düşünerek hareket etmek. Bunların ikisine birden dengeli şekilde odaklanmazsak ya dünyanın kötü gidişatını takıntı haline getirip eylemsiz kalabilir, ya da sistemin önümüze sunduğu “yeşil”, “organik”, “ekolojik”, “sürdürülebilir” mal ve hizmetlerin tüketicisi olmakla yetinebiliriz. Ben bu ikisinin dengesini kurmak için öncelikle permakültür üzerine okumalar, araştırmalar yapmanızı tavsiye ederim. Permakültür size ne yapacağınızı söylemeyecek; insan ile doğa arasındaki ilişkiye, gıdaya, yapılara, enerjiye, eğitim ve sağlığa, insan ilişkilerine vb. yeni bir bakış açısı kazandıracak. Yaşamı tüm bunların birbiriyle etkileşim içinde olduğu bir bütün olarak görmeye başladığımızda evimizde, işyerimizde, alışverişte ne yaparsak dünyaya faydamız dokunur sorusunun cevabı kafanızda kendiliğinden canlanacak. Elbette herkes farklı cevaplar bulacak ve bu çeşitlilik tıpkı doğadaki çeşitlilik gibi bizi dayanıklı kılacak. Ben şehirde sağlıklı ve yerel gıdaya erişim üzerine yoğunlaşırken başka birisi işyerinde enerji tasarrufu yöntemlerini deneyebilir. İşte bunlar hep sürdürülebilir yaşam.

3,5 yaşındaki kızım geçen gün muzun kabuğunu soyamadı ve bize “Muzun kabuğunu markette çok sıkı yapıştırmışlar, açamıyorum.” dedi. Çocuklar tükettikleri her şeyin market raflarında sınırsızca onları beklediğini ve parayla diledikleri zaman sahip olabileceklerini düşünüyor. Değişimi yaratabileceksek eğer tam buradan çocuklardan başlamak yerinde olacaktır. Onlara sürdürülebilir yaşam, tüketmeme hakkı gibi kavramları nasıl verelim? Nereden başlayalım?
Tam da bu konuda bir kitap çevirdim ve geçen kış yayımlandı. Adı “Ekofobiyi Aşmak”. Bu kısa ama çok önemli kitabı, ebeveyn, eğitimci, çocuklarla ilgilenen herkese tavsiye ederim. Kısacası kitap çocukların içinde bulundukları gelişim evrelerine uygun eğitimin şart olduğunu anlatıyor. Yazara göre çocuklar belli bir yaşa kadar sadece doğayla ilişki kurup onu sevseler, ondan korkmasalar yeterli. Çocuğun dünyayı kavrayış şekli değiştikçe, önce çevresinde neler olup bittiğini, sonra ne gibi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu, sonra da bunları düzeltmek için kendisinin neler yapabileceğini öğrenebiliyor. Sürdürülebilirlik ve tüketmeme gibi konular küçük çocukların anlaması için çok soyut kavramlar. Bunlar bizim yaşadığımız sorunlara karşı geliştirdiğimiz çözümler ve bu sorunlar olmadığında, yani doğal dünyada, bu kavramların yeri de yok. Çocukların öncelikle yaprakları, kuşları, böcekleri, toprağı sevmelerine izin vermek yeterli. Yazar buna ekofili diyor; yani eco (ev) philia (sevgisi).

Neden insanlar festivale gelmeli? İzledikleri belgeseller onların hayatında bir değişim yaratabilir mi? Festivalin ardından nasıl bir geri bildirim bekliyorsun? Teşekkür ederim.
Festival dünyanın dört bir yanından sürdürülebilir yaşam ile ilgili projeler, hikâyeler ve mücadelelerden haberdar olabilmemiz için eşsiz bir fırsat sunuyor. Fakat festivalin öncelikli amacının insanları “bilinçlendirmek” olmadığını düşünüyorum. Festival katılımcılarının profiline de bakarsak izleyicilerin büyük bölümünün bu konularda oldukça bilgili olduğunu görürdük sanırım. Yani sorunlarımızın farkına varmak için alim olmaya gerek yok. Benim köydeki komşularımın hepsi betonlaşmanın iklimi bozduğunun farkında. Fakat bu konuda bir şey yapabileceklerine, durumu değiştirebileceklerine dair bir tahayyülleri yok. O yüzden bence burada birincil hedef bu insanlara ilham vermek. Festivale gelmelisiniz; çünkü dünyada milyonlarca insan sizinle aynı sorunlardan muzdarip ve bunların bir bölümü bunlarla başa çıkmak için bir şeyler yapıyor ve başarılı da oluyorlar. Festivalin diğer güzelliği ise bize sadece dünyanın öbür ucunda yapılanları izleme fırsatı vermeyip, programdaki söyleşiler sayesinde aslında yanı başımızda bir şeyler yapan insanlarla bizi buluşturması. Film aralarında bu insanların bir araya gelip yeni projeler üretmeleri de an meselesi.
Ben teşekkür ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder