Doğanın yaşamı sürdürme becerisine müdahale ediyoruz. Doğal döngüleri bozuyoruz. Biyolojik çeşitliliği yok ediyoruz. Doğayı zehirliyoruz, kirletiyoruz. Hepimizin derdi aynı, temiz hava, su, gıda... Ekolojik ürünleri satın almakla yetinen tarafta mı olacağız sınırlı kaynakları sürdürmeye çalışan tarafta mı? Başka bir dünya mümkün mü? Araştırmaya nereden başlayacağız? Kitaplar, belgeler, incelemeler, paneller, konferanslar... Okuduklarımızı unutabiliriz, dinlediklerimiz bizi korkutabilir, çaresiz hissedebilir ve vazgeçebiliriz; filmlerdeki, belgesellerdeki gerçek yaşam hikâyeleridir aklımızda kalan, bize ilham veren. Bazı filmler vardır izleyince önümüzde yeni bir pencere açılır. Bazı hikâyeler hayata bakış açımızı kökten değiştirebilir.
Size bir iyi haberim var, kente festival geliyor. 2008 yılından beri düzenlenen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF), Pan Görsel Kültür Derneği'nin organizasyonuyla bu yıl ilk kez 10 diğer ille eş zamanlı olarak Çanakkale'de de düzenlenecek. 7-8-9 Kasım'da Erkan Yavuz Deneysel Sanat Atölyesi'nde gerçekleşecek ücretsiz gösterimleri kaçırmayın. Programa ulaşmak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın.
http://www.surdurulebiliryasam.org/festival-2014/salonlar-ve-program/canakkale/
Size bir iyi haberim var, kente festival geliyor. 2008 yılından beri düzenlenen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF), Pan Görsel Kültür Derneği'nin organizasyonuyla bu yıl ilk kez 10 diğer ille eş zamanlı olarak Çanakkale'de de düzenlenecek. 7-8-9 Kasım'da Erkan Yavuz Deneysel Sanat Atölyesi'nde gerçekleşecek ücretsiz gösterimleri kaçırmayın. Programa ulaşmak için aşağıdaki bağlantıyı tıklayın.
http://www.surdurulebiliryasam.org/festival-2014/salonlar-ve-program/canakkale/
Festivale
sayılı günler kala kolektifin "Siz de yapabilirsiniz!" çağrısını alan Çanakkale ekibinin koordinatörü İlknur Urkun ile festival ve sürdürülebilir yaşam hakkında konuştuk.
Sürdürülebilir
yaşam, fikir ve eylem olarak senin hayatına ne zaman girdi?
Sonrasında ne gibi değişiklikler yaşadın?
Sürdürülebilirlik
kavramı ilk defa üniversitedeki çevre planlama dersinde aklıma
düştü sanırım. Hocanın tüm dönem için verdiği okuma
listesini birkaç haftada yalayıp yutmuştum. Hayatım boyunca
hiçbir dersin bu kadar ilgimi çektiğini hatırlamıyorum. Sonra
sürdürülebilir kalkınma kavramı karşıma çıktı ve
kavramların içlerini aslında canımızın istediği gibi
doldurabildiğimizi fark ettim. Neyi sürdürmek istediğimiz çok
önemliydi. Bir şekilde GDO’lar hakkında okumaya, zehirli
temizlik maddelerinin alternatiflerini araştırmaya başladım.
Okuma, etrafımdakilerle paylaşma ve tartışma zincirinin son
halkası harekete geçmekti. Permakültür tasarım eğitimi aldım
ve dünya üzerinde insan yaşamını doğanın geri kalanına zarar
vermeden sürdürebilmek konusunda öğrendiklerimi uygulayabileceğim
her mecraya bulaştım. Hayatıma paylaşım ekonomisi deneylerine
katılmak, ekolojik menstruasyon ürünlerini tanıtan bir blog
yazmak, doğal tohumlar biriktirmek, kompost kursları vermek,
arıcılık yapmak gibi şeyler girdi ve önceliklerim bunlar oldu.
Sürdürülebilir yaşamla ilgilenen insanlar festivalin doğal katılımcıları. Ancak bu konuda hiçbir fikri olmayan insanları festivale çekmek, onların hayatlarında bir değişim yaratmak da önemli. Sosyal medyada ya da sokaklarda afişlere rastlamış ancak SYFF'nin ne olduğunu bilmeyenler için SYFF nasıl bir festivaldir, neden düzenleniyor, açıklayabilir misin?
SYFF
2008 yılından beri izleyicisine ilham ve güç veren, sorunlar
karşısında bir şeyler yapabileceğini hissettiren filmleri,
Türkçe alt yazı ile ücretsiz olarak sunan bir festival.
Seçkisindeki filmlerle gündemdeki olumsuz olayların bombardımanı
sırasında bize ulaşmayan, dünyanın farklı köşelerinden çözüm
barındıran gerçek hikâyelerle izleyiciyi harekete geçmeye teşvik
etmeyi amaçlıyor. Bu yıl festival seçkisinde öne çıkan sosyal
girişimcilik hikâyeleri ile herhangi bir konuya çözüm üretmeyi
kendine dert edinmiş, azimli ve yaratıcı insanlarla tanışacak ve
ilham alacağız. Sürdürülebilir bir yaşamın ancak çeşitlilikle
mümkün olacağını bildiğimizden toplumun her kesiminden
katılımcıyı bir araya getirmeyi hedefliyoruz; çiftçileri, iş
sahiplerini, şirket çalışanlarını, öğrencileri ve
öğretmenleri, çocuğunun gelecekte yaşayacağı dünyadan
endişeli ebeveynleri, akademisyenleri ve aktivistleri bu
belgeselleri birlikte izlemeye davet ediyoruz.
Senin
kolektifle tanışma, festivalin eş zamanlı olarak Çanakkale'de
düzenlenmesi, hazırlık süreci nasıl gelişti?
Ben
2011 yılında Bayramiç’te düzenlenen 1. Türkiye Permakültür
Buluşması sırasında Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi’nden
Aykut İstanbullu ile tanıştım. Ona arılarla ilgili bir film
önermiştim ve kolektif de bu filmi göstermeye karar verip benden
alt yazısını çevirmemi istedi. O günden beri festivalin gönüllü
çevirmeniyim. Bu yıl festivalin ilk kez eşzamanlı olarak İstanbul
dışında da yapılmasına karar verildiğinde, arkadaşlar
kolektifin içinden biri olarak bunun organizasyonunu üstlenmemi
istediler. Çok memnuniyetle kabul ettim çünkü yıllardır onlarca
önemli filmi Türkçe alt yazıya kavuşturuyoruz ve bu filmlerin pek
çoğu sadece bir kez, İstanbul’da gösteriliyordu. Bu sorumluluğu
kabul etmekle birlikte Çanakkale merkezde yaşamadığım için
bunun altından kalkmamın mümkün olmadığını biliyordum.
Permakültür Çanakkale ekibimizden, Pan Görsel Kültür
Derneği’nden, ÇAYEK’ten ve Çanakkale Çevre Platformu’ndan
birkaç arkadaşa ekip kurmak için teklif götürdüm. Kolektifin
önerisiyle seninle de tanıştık ve ekibi kurduktan sonra
hazırlıklar çok keyifle sürdü. Afişlerimiz şehre dağıtıldı,
sosyal medyada etkinliğimiz duyuruluyor, herkes sabırsızlıkla çok
yakında yayınlayacağımız festival programını bekliyor.
Çok
bilinen bir Afrika atasözü “Bu dünya bize atalarımızdan miras
kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık.” diyor. Oysa
doğanın yaşamı sürdürme becerisine müdahale ediyoruz. Doğal
döngüleri bozuyoruz. Biyolojik çeşitliliği yok ediyoruz. Doğayı
zehirliyoruz, kirletiyoruz. Gelecek kuşakların hakkını yemeden
yaşamayı yeniden öğrenmemiz gerektiği aşikâr. Kentlerde
evlerimizde, iş yerlerimizde çalışırken, yaşarken nelere dikkat
edeceğiz?
Bence
en önemlisi hem neyi istemediğimizi, hem de bunun yerine ne koymak
istediğimizi düşünerek hareket etmek. Bunların ikisine birden
dengeli şekilde odaklanmazsak ya dünyanın kötü gidişatını
takıntı haline getirip eylemsiz kalabilir, ya da sistemin önümüze
sunduğu “yeşil”, “organik”, “ekolojik”,
“sürdürülebilir” mal ve hizmetlerin tüketicisi olmakla
yetinebiliriz. Ben bu ikisinin dengesini kurmak için öncelikle
permakültür üzerine okumalar, araştırmalar yapmanızı tavsiye
ederim. Permakültür size ne yapacağınızı söylemeyecek; insan
ile doğa arasındaki ilişkiye, gıdaya, yapılara, enerjiye, eğitim
ve sağlığa, insan ilişkilerine vb. yeni bir bakış açısı
kazandıracak. Yaşamı tüm bunların birbiriyle etkileşim içinde
olduğu bir bütün olarak görmeye başladığımızda evimizde,
işyerimizde, alışverişte ne yaparsak dünyaya faydamız dokunur
sorusunun cevabı kafanızda kendiliğinden canlanacak. Elbette
herkes farklı cevaplar bulacak ve bu çeşitlilik tıpkı doğadaki
çeşitlilik gibi bizi dayanıklı kılacak. Ben şehirde sağlıklı
ve yerel gıdaya erişim üzerine yoğunlaşırken başka birisi
işyerinde enerji tasarrufu yöntemlerini deneyebilir. İşte bunlar
hep sürdürülebilir yaşam.
3,5
yaşındaki kızım geçen gün muzun kabuğunu soyamadı ve bize
“Muzun kabuğunu markette çok sıkı yapıştırmışlar,
açamıyorum.” dedi. Çocuklar tükettikleri her şeyin market
raflarında sınırsızca onları beklediğini ve parayla diledikleri
zaman sahip olabileceklerini düşünüyor. Değişimi
yaratabileceksek eğer tam buradan çocuklardan başlamak yerinde
olacaktır. Onlara sürdürülebilir yaşam, tüketmeme hakkı gibi
kavramları nasıl verelim? Nereden başlayalım?
Tam
da bu konuda bir kitap çevirdim ve geçen kış yayımlandı. Adı
“Ekofobiyi Aşmak”. Bu kısa ama çok önemli kitabı, ebeveyn,
eğitimci, çocuklarla ilgilenen herkese tavsiye ederim. Kısacası
kitap çocukların içinde bulundukları gelişim evrelerine uygun
eğitimin şart olduğunu anlatıyor. Yazara göre çocuklar belli
bir yaşa kadar sadece doğayla ilişki kurup onu sevseler, ondan
korkmasalar yeterli. Çocuğun dünyayı kavrayış şekli
değiştikçe, önce çevresinde neler olup bittiğini, sonra ne gibi
sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu, sonra da bunları düzeltmek
için kendisinin neler yapabileceğini öğrenebiliyor.
Sürdürülebilirlik ve tüketmeme gibi konular küçük çocukların
anlaması için çok soyut kavramlar. Bunlar bizim yaşadığımız
sorunlara karşı geliştirdiğimiz çözümler ve bu sorunlar
olmadığında, yani doğal dünyada, bu kavramların yeri de yok.
Çocukların öncelikle yaprakları, kuşları, böcekleri, toprağı
sevmelerine izin vermek yeterli. Yazar buna ekofili diyor; yani eco
(ev) philia (sevgisi).
Neden
insanlar festivale gelmeli? İzledikleri belgeseller onların
hayatında bir değişim yaratabilir mi? Festivalin ardından nasıl
bir geri bildirim bekliyorsun? Teşekkür ederim.
Festival
dünyanın dört bir yanından sürdürülebilir yaşam ile ilgili
projeler, hikâyeler ve mücadelelerden haberdar olabilmemiz için
eşsiz bir fırsat sunuyor. Fakat festivalin öncelikli amacının
insanları “bilinçlendirmek” olmadığını düşünüyorum.
Festival katılımcılarının profiline de bakarsak izleyicilerin
büyük bölümünün bu konularda oldukça bilgili olduğunu
görürdük sanırım. Yani sorunlarımızın farkına varmak için
alim olmaya gerek yok. Benim köydeki komşularımın hepsi
betonlaşmanın iklimi bozduğunun farkında. Fakat bu konuda bir şey
yapabileceklerine, durumu değiştirebileceklerine dair bir
tahayyülleri yok. O yüzden bence burada birincil hedef bu insanlara
ilham vermek. Festivale gelmelisiniz; çünkü dünyada milyonlarca
insan sizinle aynı sorunlardan muzdarip ve bunların bir bölümü
bunlarla başa çıkmak için bir şeyler yapıyor ve başarılı da
oluyorlar. Festivalin diğer güzelliği ise bize sadece dünyanın
öbür ucunda yapılanları izleme fırsatı vermeyip, programdaki
söyleşiler sayesinde aslında yanı başımızda bir şeyler yapan
insanlarla bizi buluşturması. Film aralarında bu insanların bir
araya gelip yeni projeler üretmeleri de an meselesi.
Ben
teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder