Kendine ait bir oda...
Herkes uykuya çekildikten sonra yemek masasının bir köşeciğini kendisine yazı alanı yapan biri olarak böyle bir odanın hayalini kurmadığım tek gün yok. Odalardan birini zihnimde boşaltıp dolduruyor, kitaplarımı sıralıyorum, pencerenin önüne kirli krem bordo renkli yan apartmanın duvarı yerine bambaşka manzaralar yerleştiriyorum. Deniz insanıyım ya, boğaz manzarası koyuyorum çoğu zaman, bazen ağaçları... Sırtüstü yatıyorum yatağa, gözlerimi kapıyorum ve düşlüyorum. Geniş yazı masamı, kitaplarımın yan yana dizildiği rafları, başımı kaldırdığımda göreceğim güzelim manzarayı, sırtımı ağrıtmayacak afili bir sandalyeyi...
Sinek Sekiz Yayınları etiketli Bana Ait Bir Yer, bu hayali kurmakla yetinmeyip, evinin arkasındaki ormanda okumak, yazmak ve hayal etmek için bizzat kendi elleriyle bir kulübe inşa eden bir adamın ve inşa ettiği kulübenin hikâyesi. Bu, bir nasıl yapılır kitabı değil. Michael Pollan, mimarlık sanatına ve inşaat işine doğa gözlüğünden bakarak başka türlüsünün de olabileceğini gösteriyor. Okuru, Feng Shui'den Walden'a, mimarlığın kökenlerinden pencerenin tarihine, mekân ve mimarlık alanında daha önce ayak basılmamış bir rotada gezintiye davet ediyor. Sevgili İlknur da temiz çevirisi ve açıklayıcı dip notlarıyla bu gezintide bizi yalnız bırakmıyor.
İlknur ile Bana Ait Bir Yer ve çevirmenlik üzerine biraz konuştuk.
50
kelimeyle otobiyografini öğrenebilir miyim?
1982’de
Kdz. Ereğli’de doğdum. ODTÜ’de lisans ve yüksek lisans, sonra TMMOB bünyesinde
çalıştıktan sonra Ankara’dan ayrıldım. Permakültür Tasarımı Sertifika Kursu’na
katıldıktan sonra tutku duyduğum şeyler yaparak geçinmek ve mutlu olduğum bir
yerde yaşamak için adımlar atmaya başladım. Şimdi çevirmenim, permakültürle
ilgili eğitimler veriyor, dünyayikurtarankadinlar.blogspot.com’u yürütüyor ve
Çanakkale’nin bir köyünde yaşıyorum.
Çeviriye
nasıl başladın?
Ortaokulda
dönem ödevi olarak yaptığım çeviriyi saymazsak, ilk kez Buğday Derneği için
gönüllü olarak çevirmenliğe başladım. İlk çevirim GDO’lu gıdalarla ilgiliydi.
Sence
çevirmen kimdir? İyi bir çevirmenin taşıması gereken üç özellik nedir?
Aslında
alaylı ve genç bir çevirmen olarak bu konuda pek ahkâm kesmek istemiyorum.
Bence beni fena olmayan bir çevirmen yapan özellikleri sayabilirim: 1-
İngilizce dilini çok uzun zamandır okuyor, yazıyor ve konuşuyor olmam. 2-
Türkçe dilinde çocukluğumdan beri çok okumam. 3- Bir metin üzerine düşünmekten,
anlamadığım yerlerini araştırmaktan ve Türkçe’ye çevirmekten zevk almam.
Solgun Ateş, Konuş Hafıza kitaplarının
çevirmeni, Yiğit Yavuz, Nabokov Günlüğü isimli bloğunda İletişim Yayınları’ndan
yayımlanan Konuş Hafıza romanını
çevirirken zorlandığını, çalışma masasının tam karşısına, göz hizasına, “Gözümü
korkutamazsın Nabokov, yeneceğim seni,” dercesine büyük yazarın boks eldivenli
bir fotoğrafını koyduğunu, özelde bu kitap, genelde her kitap için yazarın bir
fotoğrafı karşısında çalışmayı tercih ettiğini söylüyor. Senin de bir çevirmen
olarak ritüel diyebileceğimiz belli çalışma alışkanlıkların, elimden asla
düşürmem dediğin araç, gereç, başvurduğun kaynakların var mı?
Edebi
eser çevirisi bir tabloya bakıp bundan bir opera sahnelemeye benziyor;
başlı başına bir sanat. Ben çok fazla edebi eser çevirmedim, genellikle
beşeri bilimler ve az da olsa teknik çeviri alanında kalıyorum. Yani bir konuda
uzmanlaşmış da değilim. Dolayısıyla çeviri yaptığım konuyla ilgili çok çeşitli
kaynaklara başvurmak ve sürekli araştırma yapmak zorundayım. Uzay aracı
parçalarının isimlerinden endemik bitki türlerine, o kadar farklı şeyler karşıma
çıkıyor ki, bunların hepsini kitaplardan araştırabilmem için ODTÜ
kütüphanesinde yaşamam gerekirdi. Dolayısıyla internet olmadan çeviri yapamam
diyebilirim.
Daha
çok ekoloji, sürdürülebilir yaşam, permakültür gibi konularda çeviriler
yapıyorsun. Çeviride uzmanlık alanları önemli midir? Yoksa bir çevirmen her
alanda çeviri yapmalı mıdır?
Sanırım
her şeyde olduğu gibi burada da denge önemli. Otomotiv ya da sigorta hukuku
alanında uzmanlaşmak ve sadece bu alanda çalışmanın elbette getirisi vardır:
terminolojiye hâkim olursunuz, hata yapma ihtimaliniz azalır, daha yüksek
ücretlerle çalışırsınız vs. Yani sektörde tavsiye edilen şey uzmanlaşmaktır. Ama
bence bu modernist bir yaklaşım ve amacı verimi arttırmak. Bu derece
uzmanlaşmanın insanı yıpratacağına ve ufkunu daraltacağına inanıyorum. Şahsen,
nasıl ki boş zamanlarımda hep aynı konuda kitaplar okumuyorsam, çeviri yaparken
de tek bir konuyla kısıtlanmak istemem.
Bana Ait Bir Yer,
editör, yazar Michael Pollan’ın eşi (ve aileye yeni katılacak bebekleriyle) ile
birlikte yaşadıkları evin arkasında okumak, yazmak, hayal kurmak için bizzat
kendi beceriksiz elleriyle inşa ettiği bir mekânın doğuşu hikâyesi. Hikâyesini
bize anlatırken mimari ve kelimeler arasında güçlü bağlar kuruyor, hayalden, tasarıya, inşaat sürecine kadar her
şeyi anlatıyor. Çeviriye başladığın esnada kendi evinizi inşa ediyor olmak
nasıl bir duyguydu? Pollan’ın önerilerinden faydalandınız mı?
Tam
evimizi hayal etmeye başladığımızda bu çevirinin bana gelmesine çok
şaşırmıştım. Pollan aslında okura inşaat konusunda pek bir öneri sunmuyor.
Yani, kendisinin de dediği gibi, bu bir “ev nasıl yapılır kitabı” değil. Daha
ziyade onun kendi evini inşa etme hikâyesi. Aslında o güne kadar ekolojik
mimari konusunda o kadar çok şey okumuştuk ki, işin teknik kısmına değil hikâyesine,
işin insani ve toplumsal yönüne yoğunlaşan bir kitapla haşır neşir olmak inşaat
konusunda beni rahatlatmıştı. Mesela Pollan’ın Gaston Bachelard’dan yaptığı bir
alıntı bambaşka bir bakış açısı veriyor: “Evin başlıca faydalarını saymam
gerekirse: ev hayalleri barındırır, ev hayalciyi korur, ev huzur içinde hayal
kurmaya izin verir.”
Bana Ait Bir Yer ’in
çevirisini yaparken nelere dikkat ettin?
Öncelikle
çok teknik bir kitap olmasa da, içinde bol bol teknik terim vardı. Bunları
doğru ve tutarlı kullanmaya dikkat ettim. Bir de Pollan’ın dili Türkçe’ye yorumsuz
çevrilebilecek bir dil değildi ve cümleleri evirip çevirmek, bir kelimenin
birden çok karşılığı arasından en uygun olanını seçmek, Türkçe karşılığı
olmayan kelimelere ikameler bulmak gerekti.
Hangi
kitabı çevirmek isterdin?
Aklımda
çok önemli olduğunu düşündüğüm iki kitap var: Rowan Jacobsen’in Fruitless
Fall (Meyvesiz Güz) ve Stephen Harrod Buhner’ın The Lost Language of Plants (Bitkilerin Kayıp Dili).
Yaptığın
çeviriler sende yazma isteği uyandırıyor mu?
Çocukken
yazmayı çok sever, durduk yere kompozisyon ya da tiyatro oyunu falan yazardım.
Sonra galiba düşüncesiz bir Türkçe öğretmeni yüzünden yazma hevesimi kaybettim.
Hâlâ da günlük tutmak bile içimden gelmiyor. Ama bloğumda ele aldığım
konularla, menstruasyonla ilgili basit bir rehber kitap yazmayı hayal
ediyorum.
Şu
anda hangi kitap üzerinde çalışıyorsun? Okurla ne zaman buluşacak?
Geçenlerde
Maria Mies ve Vandana Shiva’nın beraber yazdıkları Ecofeminism’in çevirisine başladım. Benim için çok önemli bir konu
ve heyecan verici bir çalışma. Okurla buluşma tarihini bilmiyorum.
çeviri üzerine olan bu söyleşi tam zamanında önüme geldi teşekkürler. mefisto kitabevinden arkadaşımla birlikte aldığımız joyce carol oates, ilk aşk, çeviren erhan sunar, feci bir şey. editör zaten yok ama bu kadar sorumsuzluk olabilir mi? okuyucu bu kadar aşağılanabilir mi? çok kızdım alakarga yayınlarına. iyi çeviri yapanlara sevgiler saygılar iyi ki varsınız.
YanıtlaSilÇevirmenler ve editörler edebiyatın geri planda kalan kahramanları... Onlar işini iyi yapmayınca kitap okumanın keyfi azalıyor.
Sil