16 Mart 2016 Çarşamba

Altı üstü bir hekim

İnsanlık 52 bin yıldır yeryüzünde.
Avcı-derleyici iken günde iki saat, ihtiyaçları karşılamak ve hayatta kalmak için yetiyormuş. Şimdi haftada 40 saat çalışan kendini şanslı hissediyor. Fiziksel ihtiyaçlarımız aynı oysa: hava, su, gıda, hareket, dinlenme, barınma, cinsel ifade, dokunma, sağlık, güvenlik, hayatı tehdit edici yaşam biçimlerinden korunma (virüsler, bakteriler, yırtıcı hayvanlar özellikle insanlar!)
Suyumuz, havamız, toprağımız, gıdamız, güvenliğimiz tehdit altında. Güven duymuyoruz. Kaygı, endişe, vesvese içindeyiz. Tüm bunların yol açtığı fiziksel problemler nedeniyle hekimlerin kapısını aşındırıyoruz. "Beni iyileştirecek misin doktor?" diye fısıldıyoruz kulaklarına. Bir tektik, bir MR daha, bunca doktorun gözünden kaçanı teşhis edecek, bizi iyileştirecek doktoru arıyoruz. Arkamız sağlam. Ne diyor sağlık bakanı: "Bir hekime daha gösterin."
Kendi içimizde değişimin yollarını aramıyoruz. Strese bağlı kronik ağrılarımız için mucizevi ilaçlar verseler yeter. Aile içi şiddet ya da iletişimsizlik nedeniyle agresifleşen ya da içine kapanan çocuklarımıza çare olmalarını umuyoruz ve fakat kendi ilişkilerimize bakmıyoruz. Bir konsültasyon, bir tetkik daha... Vardır elbet bir ilacı ya da ameliyatı, bilmediği, bizden sakındığı. Yükleniyoruz doktorlara.

Soyun giysilerini, iyileştirir o zaman
Baktınız iyileştirmedi, gebertin gitsin!
Altı üstü bir hekim
Altı üstü bir hekim (1)



14 Mart Tıp Bayramı kutlu olsun.
                                              ***
Çok çalışıyoruz. Temel gıda ihtiyaçlarımızın neredeyse hepsini satın alıyoruz. Üstelik kaynağı, temizliği ve güvenilirliği ile ilgili ciddi endişelerimiz var. Çok fazla çöp üretiyoruz. Azaltmamız, ayrıştırmamız gerekiyor; geri dönüştürülecek ambalajlar, hayatımızdan çıkartılması icap eden enerji emici vampirler...  Yetmiyor. Yavaşlamamız da gerekiyor. Hızlı bir bilgi akışına maruz kalıyoruz gün boyu. İMKB verileri gibi hızla akıp gidiyor ekranımızdan haberler, insan manzaraları... Günlük yaşamda üç, bilemedin beş arkadaşla görüşebilirken en fazla, sosyal medyada yüzlerce, binlerce insanla muhatap oluyoruz. Bu kontrolsüz büyüme, gerçek ilişkilerimizin ötesine geçiyor bir süre sonra. Kendimizle ilgili gelişmeleri oradan duyurduğumuzda bilgi yerine  ulaştı sanıyoruz. Giderek azalıyor telefon görüşmeleri, gönderilen davetiyeler, yüz yüze buluşmalar.
Bilgiye ulaşmanın hızlı yolu internet, kirlenmenin de başladığı yer aynı zamanda. Bakın, Eduardo Galeano bu hâli nasıl anlatıyor:

Şöhret tam bir masal (2)
Bugün Dünya Kitap Günü ve edebiyat tarihinin sonu gelmez bir paradoks olduğunu hatırlatmakta fayda var.
İncil'in en popüler bölümü hangisidir? Âdem ve Havva'nın elmayı ısırmaları. Bu İncil'de asla yer almaz.
Eflatun en meşhur cümlesini asla yazmamıştır:
Savaşın nasıl bittiğini sadece ölüler görür.
La Manchalı Don Kişot şunu asla söylemedi:
Köpekler havlıyor, Sancho, atlara eyer vurmanın zamanıdır.
En bilinen cümlesi Voltaire tarafından ne yazıldı ne de söylendi:
Söylediğin şeyle hemfikir değilim, ama bunu söyleme hakkın için canımı veririm.
George Friedrich Hegel şunu hiçbir zaman yazmadı:
Gri olan kuramdır, hayat ağacıysa yeşil.
Sherlock Holmes asla şöyle demedi:
Basit düşün, sevgili Watson.
Hiçbir kitabında ya da kitapçığında, Lenin şöyle yazmadı:
Amaç, araçları doğrular.
Bertol Brecht en beğenilen şiirinin yazarı değildi:
Önce komünistleri götürdüler / hiç sesimi çıkarmadım / çünkü ben komünist değildim...
Jorge Luis Borges dilden dile en çok dolaşan şiirinin yazarı değildi:
Eğer hayatımı yeni baştan yaşayabilseydim / daha çok hata yapmaya çalışırdım..
                                                                     
                                             ***
Sosyal medya, arkadaşlarımla haberleşmenin, ilgi alanlarıma yönelik bilgiye ulaşmanın birincil adresiydi benim için ancak oradaki cinnet hâli, acının pornografisi, toplu linç etme arzusu, öfkeli dil, kamplaştırma gayreti... içim kaldırmıyor artık. Mesleki bilgi, vaka paylaşım grupları da farklı değil. Paylaşılan vakalar üzerine yapılan yorumların göz ardı edilemeyecek bir kısmı hakaret, aşağılama içeriyor.
Sanal aktivistten geçilmiyor ortalık. Klavyenin ardına geçen kahraman kesiliyor. Nasılsa evinde ya bürosunda, kimliği belli ya da belirsiz, fark etmiyor. Kapısını çalacak kimse yok (çoğu zaman). Öfkesini kusuyor kelimeler aracılığıyla. Oysa kelimeler iyileştirir, anlatmak iyileştirir. İçinde tutmamak, nakletmek şifadır. Paylaşmaktan geçer,  anlamak, anlaşmak, barışmak... Kelimeler birleştiricidir. Aynı zamanda durduğumuz yeri tayin eder. Bizi tanımak isteyenler sarf ettiğimiz cümlelere bakar, bizi anlama, bir yerlere koyma, tanımlama ihtiyaçlarını sarf ettiğimiz kelimeler yerine getirir. Kelimeler hem zehirdir bize, hem panzehir. Son zamanlarda ekrana baktığımda ayrıştırma gücünü daha çok gördüğüm için mi, vaktimi çok çaldığı için mi bilmiyorum, oradaki kalabalık, hızlı akış, kirlenme ve pervasızlık beni yoruyor. Mutsuz hissediyorum. Arkadaşlarımın fotoğraflarını, nerede tatil yaptıklarını, ne yediklerini görmeye değil, seslerini duymaya, sarılmaya, birlikte gülmeye, ağlamaya ihtiyacım var. Varsın ayda bir göreyim, varsın yalnızca sesini duyayım, önemli değil. Benim görsellere değil, gerçekten bağlantı kurmaya ihtiyacım var. Belki o zaman şakaklarımın yanını, ensemi ve yüreğimi tutan bu ağrı, ağırlık, azalır ve katlanılır olur, belki o zaman paylaşmak, birbirimizi anlamanın, dinlemenin, barışmanın bir yolu hâline gelir.

Sonsöz
Lodos Çarpması'nın "Ankara katliamında yitirdiklerimize saygıyla..." ithafıyla yayımlanmasının üzerinden 3,5 ay, iki katliam daha geçti.

(1) Bir Köy Hekimi Franz Kafka
(2) Ve Günler Yürümeye Başladı Eduardo Galeano

2 yorum:

  1. Aynı zamanlarda benzer şeyleri yazmışız. Sosyal medya beni de çok yorar oldu ama sigara gibi bir şey namussuz, bırakabilir miyim, emin değilim. Sevgiler topraam. Kucak dolusu sevgim ile.

    YanıtlaSil
  2. Biraz ara vermek bana iyi geldi, kucak dolusu sevgilerini almak da :)

    YanıtlaSil