9 Mart 2016 Çarşamba

Yazmak ve beklemek üzerine

Anne-kız akşamlarından biri.
Kara Üzüm'deyiz, kedili otelde. Geçtiğimiz bahar gördüğümüz, oynadığımız yavru kediler büyümüş, sağa sola dağılmış. Etrafta hoplayan zıplayan kedi yavrularını göremeyince suratı düşüyor, kızımın. Üstelik aç ve de yorgun. Siparişini beklerken dayanacak gücü, söyleyecek sözü, atacak kahkahası yok. Masamızın hemen yanı başında duran kitaplık imdadıma yetişiyor. "Ölmeden Önce Yemeniz Gereken 1001 Gıda"
İsmini dahi bilmediğimiz çoğu tropikal meyvelere bakarken yemeklerimiz geliyor. Yemek, sohbet, ardından Deniz yanımda getirdiğim etkinlik kitabından bir eldiveni boyamaya ve süslemeye koyuluyor. Kitap ve dergilerle dolu raflara göz atıyorum. Eski bir Kitap-lık'ta karar kılıyorum. Nisan 2009 126 sayılı dergide yer alan Taner Baybars söyleşisi ilgimi çekiyor. Yazmak ve beklemek üzerine söyledikleri geçerliliğini yitirmeyecek gibi.
Son dönemde şiir ve düzyazıdan çok resimle ilgileniyorsunuz, sergiler açıyorsunuz. Resim olayı ne zaman ve nasıl başladı? Kaç sergi açtınız?
Çok uzun zaman hep renkleri kullanmak istedim, onları sözcüklerle yaptığım gibi karıştırmak, canlanmalarını sağlamak... Ne Londra'daki işim ne de koşullar buna izin vermedi.*
Charente'de yaşamaya başlayınca Hollandalı bir çiftle tanıştım. Tablolar üzerine yaptığım yorumlar nedeniyle resim yapmam için yüreklendirdiler beni. Renkler konusunda iyi bir göze sahip olduğumu sezdiler. Adam üç dört yıl boyunca haftada bir defa bedava ders verdi bana, ki bunlar yemek, sanat, edebiyat ve müzik tartışmak için sosyal bir vesile haline dönüştüler. Böylece bu başlangıç oldu. Yıl 1991'di. Charente bölgesi, sanatla ilgili etkinlikler için Akdeniz kıyısı kadar uygun bir yer değildi. Buraya taşınınca, kalbin çalışmasını hızlandıran artistik bir enerjiyle cesaretlendim. Kendimi resim yapmaya verdim yıllar içinde tarzımı ve tekniğimi değiştirdim. Bunu sevmek için iyi bir nedenim var: resim yapıyorsun, yeterli miktarda tuvalin oluyor, sonra da sergi açıyorsun. Bu üç ile altı ay arası bir zaman alıyor. Yarattığın her neyse, izleyicilerin sevmesi veya nefret etmesi için hemen ortaya çıkıyor.
Yazmak böyle değil. Bir roman yazmak için bütün yıl uğraşıyorsun veya bir şiir kitabı oluşturmak için birkaç yıl harcıyorsun. Ondan sonra dosyanı gönderip bekledikçe bekliyorsun... Sonra "Hayır" cevabı geliyor ve her şeye yeniden başlıyorsun. Bu genç yazarlara uygun bir macera, ben artık genç değilim. Sadece yaratıcı enerjim genç ama sabrım yok.

"Yazmak ve beklemek", ayrılmaz ikili. Üstelik kitabın yayımlanmasıyla da bitmiyor. Okuru beklemek, eleştirmeni beklemek, görülmeyi beklemek... Bu bitmeyen bekleme ve sabretme hâlinin, yaratıcı yazma enerjisini sömürmesine izin vermemeli kişi, görünür olmayı zerrece umursamadan yazmadan alınan hazza odaklanmalı ve acele etmeden okuduklarından, yaşadıklarından süzülenleri ağır, usul biriktirmeli. Ve gerektiğinde gözünü kırpmadan ürettiklerini silip çöpe atabilmeli. Yazılanlar kadar atılanlar da yazmaya dahil.
*Gramer hatası dergiye aittir.

2 yorum:

  1. Yazının son paragrafını arada sırada açıp okuyacağım :) Gerçekten de tam dediğin gibi. Belki de beklemeyi ortadan kaldırabilmek lazım. Ne okuru ne eleştirmeni filan beklemeden, kendi köşenden yazacaksın. Sadece budur belki yazmak!

    YanıtlaSil
  2. Bu yazı, benim de -olmayan- yazı masama astığım bir söz olarak dursun burada. :)

    YanıtlaSil