8 Nisan 2016 Cuma

Masalını Aramaktan Vazgeçen Adam


Roman Kahramanları dergisinin Nisan-Haziran 2016 26. sayısı raflarda yerini aldı.  Ayşe Akaltun editörlüğünü üstlendiği Okurun Roman Kahramanları dosyasında, okurları roman kahramanlarının yollarına çıkmaya, kurmacayı yeniden kurmaya, kahramanlara yeni sözler söyletmeye davet ediyor. Davete icabet ettim ve C.'nin yürüyüşüne bir süreliğine eşlik ettim.

Masalını Aramaktan Vazgeçen Adam metninden tadımlık:


Göğsüne inen yumrukla sendeledi. Önce şaşırdı, sonra içinde kabaran bir öfkeyle şoförün suratına vurdu. Adam elleriyle yüzünü kapayıp ıslak taşlara kıvrıldı. Parmakları kanlıydı. Çevresini yavaş yavaş otomobil kornalı, tramvay çanlı, insan sesli bir gürültüdür kapladı.

-Burnu kırılmış diyorlardı.

-Bayılmış.

-Burnu kırılmış!

Birisi kolunu tuttu.

-Ne var, ne oldu? diye sordu.

Baktı, bir polisti. Taksideki adam,

-Ben gördüm, dedi. Kabahat onda. Arabanın önüne geçip durdurdu. Üstelik şoföre vurdu.

Çevresindeki herkes ona düşmanca bakıyordu. Kuşatılmıştı. Birden sol şakağındaki ağrı yeniden başladı. Yıllardır aradığını bulur bulmaz yitirmesine sebep olan bu saçma, alaycı düzene boyun eğmiş gibi kendini koyverdi. Şimdi ona istediklerini yapabilirlerdi. Yanındaki polis kolunu sarsıp, ummadığı yumuşak bir sesle sordu:

-Ne oldu? Anlat.

-Otobüse yetişecektim…

Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.

Bir ağızdan konuşmalar, onu kınayan cık cıklamalar, vapur düdükleri, giderek yaklaşan siren sesi, yakınlardaki bir okulun bahçesinden gelen çocuk bağırtıları… Birbirine ulanan sesler, boğazına dolanan kalın bir ip misali onu sıkıştırıyor, soluksuz bırakıyordu. Yerde kanlar içinde yatan şoföre baktı. Hızla çarpan otomobil kapısı sesiyle irkildi. Başını çevirdi. Cankurtarandan inen sağlık memurunu ve doktoru görünce durumun ciddiyetini kavradı. Belki de avukatını aramalıydı. Kalabalığı yaran doktor önce yerde yatan yaralıya sonra da hemen yanı başında ayakta duran polise baktı.

-Adli vaka mı?

Çevresini kuşatan öfkeli, sorgulayan bakışların kendisinden doktora doğru yöneldiğini fark edince hızla yolun karşısına geçti. Ara sokaklardan birine girdi. Fındıklı’ya kadar koştu.  Fakültenin dış kapısından içeri giren öğrencileri izledi. Güler’i hatırladı, annesiyle aynı renk mavi gözlerini...  Şu anda kim bilir neredeydi? Sıkıcı bir derste ya da derin localı bir sinemada olabilirdi. Sırf üç oda bir mutfak hayalini gerçekleştireceğini umduğu için bir delikanlının bacaklarını ve memelerini sıkmasına izin verdiğini düşündü. Onunla ilk kez konuşabilmek için üç gün beklemişti. Sonra? Sonrası yoktu. Aradığı gerçek sevgili tam tersi istikâmette hızla uzaklaşıyordu. (Doğru değildi bu. Birkaç ay sonra Beyoğlu’nda uzun bir kuyrukta tam önünde bekleyen bu kızla ilk kez bir film izledikten sonra onu yeniden görmek istemeyecekti.) Sol kulağını kaşıdı. Cebinden tramvay biletini çıkardı. Tam binecekken vazgeçti. Beşiktaş’a doğru yürümeye koyuldu. Dolmabahçe Sarayı’na paralel seyreden sık ağaçlıklı yol, ne denizi gösteriyordu ne de tek güneş ışını sızdırıyordu. Ceketinin yakasını kaldırdı. Ellerini cebine soktu. Isınabilmek için adımlarını sıklaştırdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder