Öykücü, bir hikâye kahramanı yarattığında onu pek çok özelliğiyle var etme lüksüne sahip değil. Onu bir âna, küçük bir kesite sığdırmakla yetinmek durumunda. Buna itiraz eden, kendi hikâyesini uzun uzun anlatmak isteyen, sizi yazı masasına geri çağıran bir öykü kahramanınız oldu mu?
Öykü yazan herkes gibi ben de öykü kahramanlarımın hayatı hakkında anlattığımdan daha fazla bilgi sahibiyim aslında. Onlar tanıdığım pek çok kişiden daha gerçektir benim için. Bugüne kadar 'beni yeniden yaz' diyen öykü kahramanım olmadı. (Sanırım benimkiler biraz çekingen!) Kimi zaman kalabalığın arasında, bir vitrinde göz göze geldiğimiz olur. Tanımazdan gelir, başımı çeviririm usulca. Eski defterleri açmak, yalnızca benim bildiğim yaşantılarının sırlarını okurlarla paylaşmak istemem.
Aysun Kara
Yıllar önce 'Çığlığın Işıkla Buluşması' isimli sergiyi gezmiştim. Bir 'Psikopatolojik Sanat Labaratuvarı'nda üretilmiş resimlerden oluşuyordu. Girişimi esinleyen bilimsel sorular öylesine ilgimi çekmişti ki, kendimi kişisel yanıtlarımı araştırmaktan alıkoyamadım. Hazırlık süreci, karanlık ve yakıcıydı. Bir romanla sonuçlandı. Bu roman, yazın serüvenimin çok başında olduğum için, gün yüzüne hiç çıkmadı. İlk öykü kitabıma kısa, acemi bir öykü olarak girdi. Kardeşi ellerinin arasından kayan bir ablayla ilgiliydi. Şimdilerde üzerinde çalıştığım novella bu nüveden ürüyor. Konu hâlâ çok sarsıcı geliyor, bana. Novellama öykümünküyle aynı adı koydum: Çölde Çığlık
Reyhan Yıldırım
En kendi başına buyruk, biraz da hınzır karakterim, "Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız" kitabımdaki Seçim isimli öykümde yer aldı. Genç bir karakter olan ve kendi öyküsünü yazara bırakmak istemeyen Yiğit, ipleri eline almaya karar verir. Yazarla bir yandan dalga geçerken diğer yandan onu devre dışı bırakarak öyküyü kendi tamamlar.
Suzan Bilgen Özgün
Bence bu durum öykücünün ya da öykünün sorunu değil. Endüstriyel edebiyat diye tabir edebileceğim, öğreten, anlatan, sınırlayan bir kurumun "verili olgusu."
Kşi, karakter, kahraman her türlü anlatır kendini, tanıtır, tanıtmaz, susar, kusar. Metnin en canlısıdır çünkü, kimi durumlarda hikayecisine bile boyun eğmez.
Benim kahramanlarım şimdilik hiç bir öyküyü bitirmediler. Bir dostun tavsiyesi ile karakterlerden birine SGK bile yaptırmak üzereyiz.
Yoksa hikaye nasıl payidar kalır.
Türker Ayyıldız
Öykü; nispeten kısa olan öykü ve öyküleme zamanları içerisinde, olayların ya da durumların ayrıntılarının gösterilmediği, bu ayrıntıları anlatmanın gereksiz olduğu, kahramanların olaylar ekseninde nasıl değiştiklerinin gözlemlenemediği bir yazınsal tür. Öyküde önemli olan da, dar zamanda ve mekânda çok şey söyleyebilmenin yollarını bulmaktır. Benim tercihim eksiltmeceli ve indirgemeci bir yolu takip etmekten yana oldu. Böyle olunca "kendi hikâyesini uzun uzun anlatmak isteyen" bir kahramanım hiç olmadı. Böyle bir kahramanın var olduğu anlatılar zaten başka bir türün kahramanları; genellikle romanın, uzun öykünün ya da öykünün. Ben kısa öyküden, hatta kısacık öyküden yanayım.
Zeynep Sönmez
Öykü yazan herkes gibi ben de öykü kahramanlarımın hayatı hakkında anlattığımdan daha fazla bilgi sahibiyim aslında. Onlar tanıdığım pek çok kişiden daha gerçektir benim için. Bugüne kadar 'beni yeniden yaz' diyen öykü kahramanım olmadı. (Sanırım benimkiler biraz çekingen!) Kimi zaman kalabalığın arasında, bir vitrinde göz göze geldiğimiz olur. Tanımazdan gelir, başımı çeviririm usulca. Eski defterleri açmak, yalnızca benim bildiğim yaşantılarının sırlarını okurlarla paylaşmak istemem.
Aysun Kara
Olmaz mı, oldu ama hiçbiri Akılsız Sokrates kadar inatçı
değildi. Hikâyelerden beslenen bir roman olan Emanetimdeki Hayatlar’ı yazarken,
kahramanlarından biri de Akılsız Sokrates’ti. Ben bir şekilde öyküsünü yazdım,
bitirdim. Romanın içine yerleştirdim ama aralarında doku uyuşmazlığı oluştuğunu
da hissediyordum. Sokrates romanı reddetmişti. Kahramanı da hikâyesini de çok
seviyordum, kendime yalan falan da söylüyordum, cuk oturdu, diye. Romanın
karalamaları bittiği zaman okumaları için arkadaşlarıma gönderdim. Onlarla
konuşmalarımız neticesinde bu öyküyü kitaptan çıkarttım. Bunun üzerine
kahramanımın novellasını yazmaya niyetlendim. Epeyce yazdım da ama orada da
beni tıkadı, elimi kolumu bağladı. Anladım ki, inatlaşmamın bir anlamı yok, ben
de ona boyun eğdim. Anlattıklarından tatmin olduktan sonra sustu, daha
fazlasını kulağıma fısıldamadı. Oysa ben uzun uzadıya onu anlatmayı
planlamıştım. Bu sefer novelladan da mecburen vazgeçtim ve uzun tek bir öykü olarak
anlattım. Fakat Sokrates buna da izin vermedi. Orada da gitmeyen bir şeyler
olduğunu fark edince iki ayrı öykü haline getirdim. Diğer parçasından kopan
kahramanım rahatladı ve öykü kitabıma icazet verdi. Akılsız Sokrates, 2016
sonbaharında çıkması planlanan yeni öykü kitabıma adını vermeyi kabul etti.
Hayatının sonraki kesitini anlatan öykünün ise kitaba girip girmemesi konusunda
hâlâ kafa karışıklığı yaşıyor, umarım bunun iznini de kendisinden koparmayı
başarabilirim.
Mehmet Fırat Pürselim
Hikayesini uzun uzun anlatmak isteyen karakterlerden (kahramanlardan) uzak durmak gerekir. Çünkü onun niyeti başkadır. Diğer edebi türlere (belki romana) doğru yelken açmayı düşlemiştir. Düşlemek kötü değildir elbette. Eğer derdimiz öyküyse uzun uzun anlatma derdi olan karakterlere gönlümüzü kaptırmamamız gerektiğini düşünüyorum. Rolünü tamamlayan her karakterle vedalaşıp dostça ayrılmakta yarar var. Öyküdeki eski bir karakterimle buluşacaksam veya beni buluşmaya zorluyorsa diyelim, yeni öykümde ancak bir tip olarak kalabilir. Yazılacak o kadar çok karakter var ki biraz da diğer karakterlerin anlattıklarını dinleyelim diye düşünüyorum.
Murat Darılmaz Yıllar önce 'Çığlığın Işıkla Buluşması' isimli sergiyi gezmiştim. Bir 'Psikopatolojik Sanat Labaratuvarı'nda üretilmiş resimlerden oluşuyordu. Girişimi esinleyen bilimsel sorular öylesine ilgimi çekmişti ki, kendimi kişisel yanıtlarımı araştırmaktan alıkoyamadım. Hazırlık süreci, karanlık ve yakıcıydı. Bir romanla sonuçlandı. Bu roman, yazın serüvenimin çok başında olduğum için, gün yüzüne hiç çıkmadı. İlk öykü kitabıma kısa, acemi bir öykü olarak girdi. Kardeşi ellerinin arasından kayan bir ablayla ilgiliydi. Şimdilerde üzerinde çalıştığım novella bu nüveden ürüyor. Konu hâlâ çok sarsıcı geliyor, bana. Novellama öykümünküyle aynı adı koydum: Çölde Çığlık
Reyhan Yıldırım
En kendi başına buyruk, biraz da hınzır karakterim, "Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız" kitabımdaki Seçim isimli öykümde yer aldı. Genç bir karakter olan ve kendi öyküsünü yazara bırakmak istemeyen Yiğit, ipleri eline almaya karar verir. Yazarla bir yandan dalga geçerken diğer yandan onu devre dışı bırakarak öyküyü kendi tamamlar.
Suzan Bilgen Özgün
Bence bu durum öykücünün ya da öykünün sorunu değil. Endüstriyel edebiyat diye tabir edebileceğim, öğreten, anlatan, sınırlayan bir kurumun "verili olgusu."
Kşi, karakter, kahraman her türlü anlatır kendini, tanıtır, tanıtmaz, susar, kusar. Metnin en canlısıdır çünkü, kimi durumlarda hikayecisine bile boyun eğmez.
Benim kahramanlarım şimdilik hiç bir öyküyü bitirmediler. Bir dostun tavsiyesi ile karakterlerden birine SGK bile yaptırmak üzereyiz.
Yoksa hikaye nasıl payidar kalır.
Türker Ayyıldız
Öykü; nispeten kısa olan öykü ve öyküleme zamanları içerisinde, olayların ya da durumların ayrıntılarının gösterilmediği, bu ayrıntıları anlatmanın gereksiz olduğu, kahramanların olaylar ekseninde nasıl değiştiklerinin gözlemlenemediği bir yazınsal tür. Öyküde önemli olan da, dar zamanda ve mekânda çok şey söyleyebilmenin yollarını bulmaktır. Benim tercihim eksiltmeceli ve indirgemeci bir yolu takip etmekten yana oldu. Böyle olunca "kendi hikâyesini uzun uzun anlatmak isteyen" bir kahramanım hiç olmadı. Böyle bir kahramanın var olduğu anlatılar zaten başka bir türün kahramanları; genellikle romanın, uzun öykünün ya da öykünün. Ben kısa öyküden, hatta kısacık öyküden yanayım.
Zeynep Sönmez
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder