27 Kasım 2019 Çarşamba

Harry Potter kadar güzel gençlik kadar uzak


Harry Potter kadar güzel
Ara tatil Harry Potter filmleriyle geçti. Her film, bir dolu yeni soru bıraktı kucağımıza. Bildiklerimiz doğrultusunda, gelecek olanı tahmin etmeye çalıştığımız, gördüklerimizin, duyduklarımızın içimizden taştığı, yalnızca Harry Potter'dan bahsetmek istediğimiz, kızımın resimli, yazılı, soru işaretli pusulalar çiziktirdiği unutulmayacak bir deneyim. Çok sevdiğiniz bir filmi, kitabı keşfetmenin, yavaş yavaş içinde yürümenin heyecanı ve bitmesinin hüznü işte, bilirsiniz. Bu heyecan ve hüzün aynı anda gözlerinden ve içinden taşarken ince çocuk dudaklardan tel tel dökülen bir de soru: "Şimdi Harry Potter kadar güzel bir şeyi nasıl bulacağız anne?"
Bazı şeylerin güzelliği onların biricikliğinde saklı değil midir?
                                                                          *

Gençlik kadar uzak 



Henüz kayıt olmazdan önce, ablam fakülteme ilk kez yerini öğrenmek için gittiğinde kampüsteki iki binadan birinin bodrum katından bu şarkının yükseldiğini duymuş. Kim bilir kimin gitarından çıkan bu şarkıyla gelecek günlerime dair iyimser ve umutlu resimler çizmiş. Her dinlediğimde ablamın ilk izleniminden gelen iyimserlik ve umutla eski günlere ışınlanmam, oturmaktan hoşlandığım merdivenleri, ağaç gölgelerini, Fulya'ya inen yokuşu, Kadıköy-Beşiktaş vapur hattını, kimi kitap okuduğum, kimi uyukladığım, kimi neşeli, kimi hüzünlü sohbetleri hatırlamam bundan. Dile kolay yirmi beş yıl geçmiş üzerinden. O günlerde zamanın bu kadar hızlı geçeceğini, her birimizi farklı kentlere, yaşamlara iteceğini tahmin etmek zor değildi elbette ama düşünmek (başımızda esen kavak yellerinden mütevellit) yakışık almazdı. Düşünseydim, düşünebilseydim çok daha itinayla yaşardım oysa, hakkını daha çok vererek, daha az korkarak, gelecekle ilgili kaygıları bir yana bırakarak. Yalnızca gençliğin verdiği tatlı telaşların içinde kaybolmayı, büyümeyi tercih ederdim ama geri dönmek ve bir şeyleri değiştirmek mümkün değil. Son yıllarda dilime pelesenk ettiğim üzere her evet, bir başka seçime hayır demektir, her hayır ise bir başka patikaya açılan evet. Yürüdüğüm patikaların bir kısmı beni hiç de karşılaşmak istemediğim yerlere çıkardı. Geri dönüp temize çekmek istediğim anlar oldu, hem de pek çok kez. Buna rağmen daha derinde yatan gerçeğin ayırdına varmadan geçti yıllar. Şimdi biraz olsun anladığımı düşünüyorum. Belki yine yanılıyorum, belki yine ıskalıyorum. Bugünden geçmişe ya da geleceğe bakmak hep yanlıdır ne de olsa. İnsan en çok şimdinin içine sarılmalı, öyle ince teğelle değil, sımsıkı bir dikişle, hem de çift dikişle... Bilirim ama geçmiş güzel günlerde kalır aklım. Takılmış plak gibi orada yaşamam ve yaş almam. Daha çok güvenli bir barınak gibi görürüm. Fırsat buldukça, hayat beni yordukça gider gider orayı kazırım. Görünenin altına iner, kendimi bilme yolunu oradan açarım. Yaradılış işte.  Geçmişi bunca sevmeme rağmen elimde bir teselli verecek fotoğraf da pek yoktur. Çelişki mi? Pek sayılmaz. Gözle kalp arasına giren her şeyden, gerçeğin sureti bile olsa hoşlanmıyorum. Geçen yıllara, bunca kayıt kolaylığına rağmen az fotoğraf çekmemin, görünmek ve göstermekten haz etmiyor olmamın sebebi bu işte. Anılara ve belleğe güvenmeyi tercih ediyorum. Hâl böyleyken fotoğraf albümleri yerine günün içinden çıkagelen şarkılar, eşyalar, olaylar fırlatıyor beni, zembereğinden boşalan yay misali uzaklara taşıyor. Aşırıyor yolları, yılları. Flu anıların içine bırakıyor. Mesela bir bahar gününe, öyle belirli, özel bir âna da değil üstelik, arkadaşlarla çevrili, olağan buluşma alanlarının henüz yitirilmediği, kalabalık günlerden birine, belki de en sıradan olanın içine...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder