Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
15 Haziran 2001 tarihinde roman yazmaya karar verdim, fakat romanın nasıl yazılacağını bilmiyordum. Deneye yanıla, sile yırta; zamanla öğrendim yazmayı. Hala da öğrenmeye devam ediyorum… O günlerde 27 yaşındaydım. Hayatımı köklüce değiştirmekle kalmayan, yeni bir kimlik de edinmeme neden olan ruhsal ve fiziksel bir yıkım yaşamıştım. Kendimi yeniden inşa ediyordum; ya olacaktım ya ölecektim. “Yazarak olmaya” sığındım; çabaladım, boğulmamak için çırpınmak gibi adeta. Gayret değildi benimki; yüzmeyi öğrenmek isteyenlere özgü, gergin ama öz olarak kontrollü ve gönüllü bir hareket içermiyordu yani… Ayrıca, “iyi yazmanın” gerek şart olduğunu ama yeter şart olmadığını; inatçılık ve tutkuyla birleşmeyen yazma uğraşının heves sınırlarının ötesine geçemeyeceğini gördüm… Kuşkusuz yazmanın ön koşulu okumak; bizden öncekileri iyi bilmek. Sonra, kendi cümlemizi, sesimizi bulmaya çalışmak… Bildiğim bunlar, ama şunu da biliyorum ki hiçbir yazarın, aslında nasıl yazar olduğunu tam olarak bilmesi mümkün değildir.
Emrah Polat
* Bu yazı ilk kez 13/10/2019 tarihinde Parşömen Fanzin'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder