6 Nisan 2020 Pazartesi

Yazmak, her şeyden önce göğsünü açmaktır

                       
                                                           


Bu soruya ilk kez yanıt vermiyorum. Basit görünmekle beraber zor bir soru, cevapları zaman içerisinde değişen bir soru. Hulki Aktunç yazmaya yeni başlayanlara “Türk Edebiyatı’nda ne gibi bir boşluk gördün de yazmaya başladın?” diye sorarmış. Ben bir boşluk görmedim. Ele alınmayan konular, denenmeyen üsluplar vardır elbette, çıkacaktır. Yerküre üzerindeki günlerimiz izin verdiği müddetçe göreceğiz, zevkle okuyacağız, kıskanacağız da üstelik.

Benim yazma sebebim Türkçe Edebiyat’ta gördüğüm bir boşluk değil, ancak benim doldurabileceğim bir boşluk hiç değil. Benim yazma çabam, isteğim ancak “Ben de varım,” diyerek dirsek atmaya, kalabalık bir otobüse binmeye çalışmak çabasına benzetilebilir. Evet, otobüs hıncahınç dolu, değil yeni bir kişi almak, içindekiler eksilmeden, azalmadan nefes almak mümkün değil ama ben o otobüse binmek istiyorum, bineceğim çünkü anlatacak hikâyelerim var. Meşhur olmak, çok satmak, tanınmak için değil; bir kişinin bile olsa okuması için, içindekilere katılması için, bazı cümlelerin altını çizdiğini hayal etmek için.

Yazıyorum çünkü bu herkesin yapabileceği kadar basit bir eylem. Yazıyorum çünkü bu insanın içine attığı, derde, tortuya, tıkanıklığa yol açan her şeyin üzerine asit dökmek gibi. Puff yazdıkça erimeye başlıyor. Evet hiçbir şey değişmiyor belki, ama kan, akacak dar da olsa bir aralık buluyor. İşte o zaman hayat o kadar da zor gelmiyor, saatler geçiyor, klavyenin üstündeki parmaklar zihne yetişmeye çalışıyor, soluk soluğa kalıyor. Şu insanın evlere hapsedildiği günlerde, doğada cirit atan, neşeyle koşturan hayvanlara benziyor biraz.  Kelimeler hızla akıyor, hızla sayfaya yağıyor. İşte bu basit keyif için yazıyorum.

Yazmak basit ve ucuz. Getirisi çok, götürüsü az. Tek dezavantajı hareketsiz bir yaşam, ağrıyan bir sırt belki de… Ki bunun önüne de ara ara gerinme hareketleri yaparak geçmek mümkün. Bir hayal et arkadaşım: Saatlerce masana oturmuş çalışmışsın.  Sırtın hafiften tutulmuş. Göğsünü ileri doğru açıyorsun (yazmak her şeyden önce göğsünü açmaktır bir defa). Kürek kemiklerini birbirine yaklaştırıyorsun ve bir kütürdeme sesi geliyor, arkandan. Oh! Rahatlıyorsun. Bir de bakıyorsun hafiflememişsin hem zihnen, hem bedenen. Bu ikisi arasındaki uyum önemli. Beden zihni, zihin bedeni takip etmeli, birbirini ötelememeli. Yoksa insanın içinde çok tortu birikiyor, inan. Yazmak zihni ve bedeni birbirine yaklaştırma çabası gibi belki de. Bisiklete biner gibi yokuş aşağı ve yokuş yukarı iniyor çıkıyorsun. Kimi zaman çok zorluyor, bir milim daha gidemem, yolu yok sanıyorsun. Ama gözünü kapatıp kendini bir zirvenin dibinde görmek yerine bir dağın tepesinde hissettiğin anda, bisikletle zirvedesin. Hızlı ve özgür. Bir kelime koyuyorsun önüne ve başlıyorsun hızla inmeye. İşte bu akıcılığın verdiği rahatlık ve keyif için yazıyorum. Bunun için kitaplarımın basılmasına, çok satmasına, eleştirmenlerin beni görmesine ihtiyacım yok. Yazmak beni rahatlattığı için yazıyorum, her gün yazıyorum, içeriğini umursamadan, egzersiz yapar gibi, nefes alır gibi yazıyorum. Yazıyorum çünkü bu karantina günlerinde yazmak dışında beni dışarıda hissettiren başka bir şey yok.




3 yorum:

  1. Tuğba Hanım, size ulaşabileceğim bir e-posta adresi yazabilir misiniz? Veya mldpnrndc@gmail.com adresine yazabilirseniz, bekliyorum.

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel yazı eline sağlık.

    YanıtlaSil