30 Kasım 2020 Pazartesi

Uyku, Öykü ve Küçük İyi Şeyler...



Çetin kışın kapıya dayanmasıyla pamuk ipliğine bağlı uyku düzenim iyice sapıttı. Geçenlerde gece yarısından sonra kendiliğimden uyandım. Bazen çalar saatten önce, şafak vaktine yakın uyandığım için gün sabaha kavuşmak üzere sandım yine. Yataktan çıktım. Tuvalete gittim. Saati kontrol ettiğimde henüz iki olduğunu gördüm ancak gözlerim açılmış, kirpiklerim birbirine kavuşmamaya yeminli gibiydi. Uyku bastırır umuduyla bir şeyler okuyayım, dedim. Uzun zamandır öykü yazmamanın iç huzursuzluğu da dürttüğü için defteri açtım, nereden başlayacağımı bilmeden seyrettim sayfayı. Bilgisayara davrandım. Bir yerden başlayayım diye düşündüm. En azından bir öyküye başlayamamanın huzursuzluğunu yazabilirdim. Belli mi olur, belki de o beni bir yere taşırdı. Çünkü bazen ilk birkaç sayfa yalnızca sonrasında gelecekleri sayfaya çekebilmek için dökülür, sonra da silinirdi, iyi bilirdim. Ne yapsam olmadı. Saatin beş olduğunu gördüm. Yerimden kalktım. Yatmak üzere içeri geçtim. 

İçeri girdiğim anda burun deliklerime nüfuz eden kömür kokusundan bir an evvel kurtulmak istedim. Civarda doğalgaza geçmemiş tek tük apartmandan biri olduğumuz ve sıcağı sevmediğimiz, uyuyabilmek için her dem temiz havaya ihtiyaç duyduğumuz için neredeyse her mevsim açık tuttuğumuz pencereyi kapatmak üzere el yordamıyla pencereye ulaştım. Zira aydınlıktan karanlığa girdiğim için gözümün önüne kalın bir perde inmiş gibiydi. Dönüş yolunda ayak ucumuza virgül gibi kıvrılmış bir velet var mı diye elimle yokladım ve kendimi yatağa bıraktım. Öylece, sere serpe... Yatak beni pamuklara sarar gibi sarıp sarmalasın, sabaha kadar sıcacık, güvenle taşısın istedim. Uykunun huzurlu kollarına sığınayım istedim. Derken sabah oldu. 

Bu döngünün yinelenmesini tercih etmiyorum ancak artan vaka sayısı, evlere kapanma durumu, sosyal tecrit epey boğucu. Haliyle kaygı ve stres bedene yansıyor, uyku bozuklukları yaşanıyor. İş gününün üzerine bir de dışarıda maskeyle dolaşmayayım diye yürümeyi de kesince bedenim hiç yorulmaz oldu. Beden, zihin dengesizliğim bakalım bana daha neler edecek? 

Bu arada iyi haberler de yok değil. Haftayı yazamıyorum diye kıvranarak geçirdikten sonra (oysa Beliz Hoca'nın atölyesinde "Artık yazıyoruz" modülüne geçmiştik) perşembe akşamı derste üç katılımcının öyküsü üzerine sohbet etmek, kendi temama farklı gözle bakmama, ipin ucunu bulmama yol açtı galiba. Cumartesi günü nihayet yazı masasına geçebildim. Bana kalsa pazar gününü yazarak geçirirdim ancak üçümüzün birlikte dışarı çıkabileceği tek gün olan pazarı tamamen kendime ayırmak bencillik gibi geldiğinden Deniz'in özgürlük saatinde parka gittik. O park senin, bu park benim gezindik durduk. Sonuncunun etrafını bir daire gibi saran yürüyüş yolunda bir yarışa tutuştuk. Benim için hızlı adımlara yetişmek için pergelleri açınca kısa sürede yorulduğumu hissettim, ilk tur biterken daha havlu attım. Kenardaki banklardan birine geçtim, bizimkileri beklemeye koyuldum. Yeniden yanımdan geçtiklerinde kendimde onlara eşlik edecek gücü bulamadım. Park sonrası karnı acıkacak yavruya yemek pişirmek üzere eve geçtim. Oysa, bir öykü kendisini yazdırmaya başlamıştı. Hazır evde yalnızken ona odaklanabilmeyi isterdim. İlk taslağı yazıp kafamdaki ayrıntıları ince ince metne yedirme aşamasına geldiğim için bu kesinti kafamdakilerin uçup gitmesine yol açmayacaktır, belki de için için demlenenler yazı masasına oturduğumda güzel sürprizlere yol açacaktır diye umdum. Bugün günlerden pazartesi. Yazı masasına geçme fırsatını henüz bulabilmiş değilim ancak umudumu koruyorum çünkü şu sıralar hepimizin küçük, iyi şeylere ihtiyacı var. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder