Yazarların okuma alışkanlıkları okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum.
Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim.
İşte yirmi altıncısı: Ursula K. Le Guin
İşte yirmi altıncısı: Ursula K. Le Guin
Sanat zanaattır: Sanatların hepsi her zaman ve esas olarak zanaat işidir: Ama hakiki sanat yapıtında, zanaatten önce ve sonra, canalıcı, dayanıklı bir varlık çekirdeği vardır ki zanaat işte bu çekirdeği işler, görünür kılar ve serbest bırakır. Taştaki heykel. Sanatçı, henüz görünür halde değilken nasıl bulur, görür onu? Gerçek soru budur.
En sevdiğim yanıtlardan biri şı: Willie Nelson'a ezgilerini nereden bulduğunu sormuşlar, "Hava ezgilerle dolu, ben sadece elimi uzatıp birini alıyorum," demiş.
Pek de sır sayılmaz bu. Ama hoş bir gizemdir.
Hakikidir üstelik. Hakiki bir gizem. Budur işte. Bir kurmaca yazarı için, öykü anlatıcı için, dünya öykülerle doludur; öykü oradaysa oradadır işte, siz de uzanıp alırsınız.
Sonra da öykünün kendisini anlatmasına izin verebilmeniz gerekir.
Öncelikle beklemeyi becermelisiniz. Sessizce beklemeyi. Sessizce bekleyip kulak vermeyi. Ezgiye, hayale, öyküye kulak vermeyi. Kapmaya çalışmadan, üstelemeden, sadece beklemeyi, kulak vermeyi ve geldiğinde onun için hazır olmayı. Bu bir güven edimidir. Kendinize duyduğunuz güven, dünyaya duyduğunuz güven. Sanatçı şöyle der: Dünya bana gereksindiğimi verecek, ben de onu doğru şekilde kullanmayı becereceğim.
Hazır olmak - kapmaya çalışmak değil, açgözlülük değil- hazır olmak: duymaya, kulak vermeye, kulak kesilmeye, net bir şekilde görmeye istekli olmak - sözcüklerin doğru olmasına müsaade etmek. Hemen hemen doğru değil. Dosdoğru. Hayalden bir şey yapmayı bilmek, zanaat budur: Alıştırma buna yarar. Hazır olmak, oturup kalmak demek değildir, gerçi yazarlar çoğunlukla sadece bunu yapıyormuş gibi görünür. Sanatçılar sanatlarının alıştırmasını yaparlar sürekli; yazarlık da bol bol oturma içeren bir sanattır. Gam ve parmak egzersizleri, karakalem eskizler, nice bitmemiş ya da reddedilmiş öykü... Alıştırma yapan sanatçı ile performans arasındaki farkı ve aralarındaki can alıcı bağlantıyı bilir. Görünüşte harcanmış olan, sabırla ve hazır olmakla geçen o saatlerin, yılların ödülü iyi duyan bir kulak, keskin bir göz, becerikli bir el, zengin bir söz dağarcığı ve dilbilgisidir. Yeteneğin nereden geldiğini tanrı bilir, ama zanaat alıştırmadan gelir.
O araçlar, aygıtlar, o zor kazanılmış ustalık ve zanaatkarlıkla sanatçılar "fikrin" -ezginin, hayalin, öykünün- olabildiğince temiz ve çarpıtılmadan ortaya çıkmasını sağlamaya çalışırlar. Acemilikten, beceriksizlikten, amatörlükten arınmış olarak. Uzlaşım, moda ya da kanaat tarafından çarpıtılmamış olarak.
Çok radikal bir iştir bu, sanatçıysanız ve işinizi ciddiye alıyorsanız aklınıza gelen fikirlerle uğraşmak, bir hayali sözcüklerin ortamında biçimlendirmek işi. Dünyada yapmayı en çok sevdiğim iş bu.
Kaynak: Yazarın Metis Yayınları'ndan Tuncay Birkan, Özge Çelik, Özde Duygu Gürkan, Müge Gürsoy Sökmen ve Savaş Kılış tarafından çevrilen Zihinde Bir Dalga Yazar, Okur ve Hayal Üzerine kitabında yer alan "Bana En Çok Sorulan Soru" adlı denemeden kısaltılarak alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder