Bloğu bir süredir boşluyorum. Ayda sekiz yayın devam ettiğine göre belki de bu bir düşünce, bir inanç. Kaynağını da yalnızca buraya ait, özgün içeriklerin azalmasından alıyor kanımca. Son iki ayda paylaştığım iletilerin büyük ölçüde Parşömen Sanal Fanzin'e taşıdığım Nasıl Yazar Oldular köşesine ait yayınlar ve komisyon etkinlikleri videoları olduğunun farkına varmışsınızdır. Boşluyorum diye düşündüğüme göre için için kendimi dövüyormuşum meğer. Bu hâlden sıyrılmak, "bak yanılıyorsun" diyebilmek için harekete geçmeye, içimden geçenleri dağınık da olsa yazmaya ve paylaşmaya karar verdim. Başlıyorum.
Dün gece çevirmen ve permakültür tasarımcısı İlknur Urkun Kelso ile doğa ve kadın üzerine sohbet ettik. Menstrüasyon döngümüzün ne kadar ekolojik olduğundan, topluluk destekli tarım ve yayıncılık örneklerine, yaşam tarzımıza uygun ekolojik çözüm önerileri bulmaya kadar uzanan geniş bir çerçevede ettiğimiz sohbet bitince instagram hesabımda etkinlik fotoğrafı paylaştım, İlknur'a ve katılan arkadaşlarıma teşekkür mesajları yazdım. Yatakta elimde telefonla uzanırken birdenbire Etgar Keret'i hatırlamam alakasız gibi görünse de, hiç de şaşırtıcı değil.
Etgar Keret bir söyleşisinde, ilk kitabı yayımlandıktan ve sekiz yüz kitap (yanlış hatırlamıyorsam) satıldıktan sonra duyduğu mutluluğu okuma etkinliklerinde dile getirmesinin yayıncısını çileden çıkardığından bahseder. Yayıncısı "Şunu söylemeyi keser misin? Sekiz yüz çok da fazla bir sayı değil," demektedir. Keret buna katılmaz, ona göre sekiz yüz çoktur, onun gittiği lisedeki toplam öğrenci sayısından bile çok.
Bir süredir devam eden Kadın Diş Hekimleri Komisyonu etkinliklerinden çıktığımda benzer bir duygu, düşünce sarıyor içimi. Katılımcı sayısı, Keret'in yayıncısına "komik olmayın lütfen!" dedirtecek kadar düşük olsa da, çevrimiçi buluşmalara devam etmenin, meselemiz olduğuna inandığımız alanlarda konuşmacı bulmanın ve ağırlamanın birleştirici bir yanı var benim için. Orada sabırla, ilgiyle dinleyen, soru soran, düşüncelerini paylaşan insanları gördüğümde her birine sıkı sıkı sarılmak, teşekkür ederim mesajları yollamak istiyorum. Tanıdıklarıma da yolluyorum nitekim. Pandemide geçen bir yılın ardından hepimiz canlı yayınlara doyduk. İlk aylardaki yaygın eve kapanma dönemi geride kaldı. Bir anda kucağımıza düşen fazladan zamanla ne yapacağını bilemediğimiz, kişisel gelişimimiz için o etkinlik senin, bu etkinlik benim koşturduğumuz günler şimdi eski bir hatıra. İşlerimizin başındayız. Eski sorumluluklarımız devam ediyor, aynı zamansızlıktan muzdaribiz yine. Üzerine eklenen ekran yorgunluğu da cabası. Dolayısıyla kıymet veren, ilgi duyan küçük de bir kitle olsa, devam edelim kararlılığımız sürüyor.
Bu yayınların kolaylaştırıcılığını üstlenmek, bana başlangıçta hayal etmediğim birtakım kazanımlar da sağladı. Ekran karşısında sevdiğim konukları ağırlamak, bilgimi arttırmak, paylaşmak bir nevi umut elçiliği gibi. Çok büyük devrimleri başlatmak zor, belki de imkânsız. Bununla beraber insanın kendi küçük çevresinde çok minik adımlarla değişim yaratma gücü var. Bu değişimlerin öznesi olurken başkalarının kendi değişimlerini yaratabilmeleri için de tetikleyici rol de üstlenebiliyor. Sırf bu bile iyi bir kazanım.
Kendi iyiliğime ve başkalarının iyiliğine katkıda bulunmanın ötesinde kazanımlarım da var. Korkularla yüzleşmek ve üstesinden gelmek örneğin. Bu canlı yayınların bende yerleşik bir korkuya hitap ettiğini, onunla başa çıkmamı kolaylaştırdığını gözlemliyorum. Küçük bir örnekle izah edeyim. Pazar günü Kepez Semt Evi'nin düzenlediği Öykü Günü etkinliğine davetliydim. Daveti ilk aldığımda içimden pek de katılmak gelmedi doğrusu. Düşüncelerini konuşarak dile getirme güçlüğü nedeniyle yazmaya yönelmiş biri olarak, yazdıklarımı, yazdıklarımdan daha yetersiz, dağınık bir şekilde konuşmaya pek gönlüm yok. Kerameti kendinden menkul, iki kitabım var, artık hayat hakkında, edebiyat hakkında, her şey hakkında kelam edebilirim düşüncesini ürkütücü bulduğum için pek de gelmeyen bu tür canlı söyleşi, sunum yapma tekliflerini genellikle reddetme eğilimindeyim. Dinleyici olmak daha cazip geliyor açıkçası. Kendimi öğrenci, çırak olarak gördüğüm bir alanda, üstelik de kadına şiddet gibi iddialı bir başlık altında anlatacak neyim olabilirdi? Ben de tam da söyleşinin hedeflediği gibi içeriden, kadına şiddet karşısında yazan bir kadın olarak bu şiddetin beni nasıl etkilediğine, dönüştürdüğüne dair düşüncelerimi dile getirdim. Kadın Diş Hekimleri Komisyonu'nda yer almak, şapkamı önüme alıp düşünmeme, yazdıklarıma ve yazacaklarıma biyolojik kadın kimliğinin ötesinde kadınlık durumu içinden bakmama vesile oldu. Bu sorgulayıcı dönemin ileride nasıl verimlere dönüşeceğini zaman gösterecek.
Bu şarkı da bu yazının armağanı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder