Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
Üç Kitapla İnsan Yazar Olur mu?
İki dilli, kütüphanesi olmayan kalabalık bir evde boy verdim. Haliyle kitaplardan önce masallarla, türkülerle, Hayber Kalesi hikâyeleriyle tanıştım. Okuduğumu hatırladığım ilk kitap, Aziz Nesin’in “Damda Deli Var” kitabıydı. Orta birde ilk öykümü yazdım, Aziz Nesin’in “Ölmüş Eşek” öyküsünün kötü bir taklidiydi. Yine de bu öykü öğretmenler odasında alkış almama yetmişti. Orta ikide Türkçe öğretmenimizin yüreklendirmesiyle ilk romanımı yazdım. Öğretmen bütün sınıfın önünde “berbat bir roman” olduğunu söyledi. Tüm yazdıklarımı saklamamı tembihledi. Saklamadım. Saklayamadım.
Lise son sınıfta elimde Aziz Nesin’in kitaplarını gören bir iki öğretmen onunla ilgili ileri geri konuşunca, bir mektup yazıp öğretmenlerin onun hakkında söylediklerini tek tek ilettim. Size Rus ajanı, vatan haini diyorlar… Çok geçmeden cevap geldi, ilk kez bir yazardan imzalı bir fotoğrafım ve imzalı bir kitabım olmuştu: Korkudan Korkmak.
Üniversiteyi Ankara dışında kazanınca babam, “Bu kız oralarda ya anarşik ya orospu olur,” korkusuyla okula göndermeyince, ablam bana yarım gün çalışabileceğim bir iş buldu. NÜSED’in (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği) bana bir okul olduğunu çok sonraları anlayacaktım. Dernek başkanı Leziz Onaran sayesinde kadın sığınma evleriyle birlikte birçok kadının hikâyesine girdim. Dernek üyesi olan Behçet Aysan ve Orhan Asena’yla tanıştım. Bir gün Orhan Asena’nın evine gidip yazdıklarımı gösterdiğimde, “Kumaşın oldukça iyi ancak öğrenecek çok şeyin var,” demişti. Hayatımda kaçırdığım fırsatlardan biri; “Radyo oyunu yaz getir, ben de sana yardım ederim. Hem bu işten para da kazanırsın,” dediğinde, “Ama ben radyo oyunu yazmıyorum ki,” diye geri çevirmiştim. Mustafa Şerif Onaran aracılığıyla da Edebiyatçılar Derneği’yle ilişki kurdum. O yıllarda burnumu sokmadığım delik kalmamıştı. Aynı yıl tiyatro kursuna gittim. Dağarcık adında bir dernek etrafında kendim gibi edebiyatla ilgilenen arkadaşlarla tanıştım. Şiir geceleri düzenleyip kitaplar okuyorduk. Tabii babam, benim bu gittiğim yerlerin birini biliyorsa beşini bilmiyordu.
Bu arada daha çok mizah öyküleri yazmaya devam ediyordum. İlk öyküm 1996’da Pazartesi Kadınlara Mahsus Gazete’de yayınladı. Arkasından Leman, Öküz geldi. Bu kez yolda Karya Üretim Kooperatifindeki arkadaşlarla karşılaştım. Onlarla bir öykü atölyesi içine girdim. Sanat Eylemi adında bir dergi çıkarıyorduk, birkaç öyküm de orada yayınlandı.
Uğur Mumcu Vakfı kurulup da yazma eğitimleri verilmeye başlandığında, bu kez onların kapısını çaldım. Bu vesileyle um:ag ailesine bir kez daha teşekkür ederim, burslu ilk iki öğrenciden biriydim.
2001’de Uçan Süpürge’nin düzenlediği “Gülmesini de Biliriz” kısa film senaryo yarışmasında elemeleri geçip ödül olarak Işıl Özgentürk’ten ders alma şansını yakalamıştım.
O zamanlar Cumhuriyet Pazar Eki’nin editörü olan Berat Günçıkan, yaklaşık bir yıl kadar her Çarşamba yazılarımı okuyup yorumlarda bulundu. Sadece internet tanışıklığı üzerinden okuma listeleri gönderdi.
Yolda zaman zaman yönümü şaşırıp kaybetsem de anayoldan sapıp ara yollara girsem de yazmaktan hiç vazgeçemedim. Çaldığım onca kapıdan, yollarda topladığım kırk fırının ekmeğinden sonra, ilk kitabım Arıza Babaların Çatlak Kızları, 2011’de Ayrıntı Yayınlarından çıktı. Sonra diğerleri geldi. Üç kitap bir insanı yazar yapar mı bilmiyorum, ama geriye dönüp baktığımda, kendimden çok memnum kaldım. Ne kadar meraklı ve inançtı bir kız çocuğuymuşum.
Cümlelerimde, sesimde ne çok insanın emeği varmış, fırsatını yakalamışken hepsini saygıyla anıyorum…
Ayten Kaya Görgün
* Bu yazı ilk kez 25 Ocak 2021 tarihinde Sanal Parşömen Fanzin'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder