Hemingway'in ünlü buzdağı teorisini duymuşsunuzdur. Hemingway, metnin okura sunulan kısmını buz dağının tepesine, suyun yüzeyinde kalan kısmına benzetir. Yazarın bildiği ancak metne almadığı kısımlar, buz dağının altında kalan çok daha büyük kısma tekabül etmektedir.
Öykünün nasıl olması gerektiğine dair konuşulan hemen her yerde karşımıza çıkan okura düşünme alanı, boşluk bırakma bahsi, öykü yazarı okurun sezgisine güvenmeli mealindeki görüşler, Hemingway'in buzdağı teorisine dayanmaktadır. Öykünün doğası gereği eksiltili yapısı, okura sezme, üzerine düşünme alanı olarak boşluk bırakılması görüşü yaygın olarak kabul görmektedir. Çünkü iyi edebiyat daima biraz gizem gerektirir.
Bununla beraber gizem ya da sürpriz yaratmak, asla ve asla silgimizi rastgele kullanmak, metnin içinden gelişigüzel eksiltmeler yaparak kafa karıştırmak, anlam karmaşası yaratmak değildir. Görünenden çok daha fazlası olduğunu ima etmek, görülmeyenin de ağırlığını metne iliştirmek ve gerilimi arttırmak, okura keşif yapabileceği alanlar bırakmak göründüğü kadar kolay bir iş değildir. Yazıyı bekletmeyi, yeniden okumayı, düzeltmeyi, kimi zaman ters yüz etmeyi, yeniden yazmayı gerektirir. Bunu biliriz. Defalarca duymuşuzdur. Ama yazmaya yeni başladığımızda bundan anladığımız çoğu zaman imla hatası, anlatım bozukluğu gibi düzeltmeleri yapmaktır. Bu da yeniden yazma denilen görevin yalnızca yüzeyde kalan kısmıdır.
Altta yatana ulaşmak gerektiğini bildiğiniz anda başlar belki de yazarlık; bizi A noktasından B noktasına taşıyan araç olan metnin çok daha fazlasını istediğini kavradığımız zaman. Yazma hazzı denilen şeyin bizi avcuna aldığı, kendimizle yarıştırdığı bu yol, bir masal başı tekerlemesinden farksızdır. Az gidersiniz uz gidersiniz bir de bakarsınız bir arpa boyu yol gitmişsiniz. Bir ömrü, bir arpa boyu yola feda etmek, nelerden vazgeçmeyi gerektirir? İnsan neden kendine böyle bir yol seçer? Böyle bir hedef koyar? Kesin yanıtlar vermek çok da mümkün değil. Emin olduğum kısmına değineyim o halde.
Adına yazmak denilen eylem sayısız eşik çıkarıyor kişinin karşısına. Yazma cesareti, yaratma heyecanı, yazamama kıvranması, kendini aşma fırsatı... Bu fırsatlar sayesinde hikâye etmenin ötesine geçmek, hayranı olduğun metinler gibi yazmaya çalışmak, onların yazmaya ayırdığı zamanı yeniden okumaya harcamak hepsi bir bir açılıyor önünüze. Bir eşik gibi. Ve her eşik gibi de öğretici.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder