31 Ocak 2024 Çarşamba

Güle güle Mario Levi

Güne Mario Levi'nin vefat haberiyle başladım. Nermin Mollaoğlu paylaşmış. Meğer birlikte çekilen son fotoğrafımızmış notuyla. Yazmayı düşündüğü Ladino romanını bitirememesinin burukluğundan bahsetmiş, kitaplarını yepyeni dillere kazandırmaya devam ettireceğinin sözünü vermiş. Mario Levi'nin fotoğrafını görmek anıların bulunduğu sandığın kapağının açılmasına yol açtı. 

Bir pazar vaktiydi, bekliyordum. 

Hayıflanmak ya da şikâyet etmek için değil ancak bazen bir değil, iki, bilemedin bir buçuk kişilik bir yaşantı sürdüğümü, epeyce de sıkıntılı hallerle sınandığımı düşünüyorum. Karmik inanca göre bunlar kişinin olgunlaşması için ekspres yollar. Ekspres çünkü zorlu, durup düşünmek ve değişmek dışında seçeneğin yok. 28 yaşında evliliğinin kırkı çıkmadan meme kanserine yakalandığımda durup düşünmeye zaman bulmadım. Adım adım tedavi sürecimi ilerletmem gerekiyordu çünkü. Önce ameliyat, sonra kemoterapi, sonra radyoterapi. Teşhisin konduğu gün çok ağladım. Beni bekleyen yolun zorluğu gözümü çok korkuttu. Sonra bölmeye karar verdim. Bebek adımları gibi, birer birer aşacağım, her defasında birini düşüneceğim. O anda hangisinin içindeysem onu. Bedenen, zihnen, duygusal olarak yıprandığım, hırpalandığım sürecin ardından, her şey bittikten sonra kendime Yaratıcı Yazarlık Atölyesi vermeye karar verdim. Doğum günü hediyesi olarak ama öyle sıradan bir yaşta değil, tam otuzuncu yaşta. Kayıt oldum. Bir pazar sabahı atölyenin verileceği apartmanın önüne vardım. 

Bir pazar vaktiydi, bekliyorduk. 

Kapının önüne dördüncü kadın olarak katıldım. Bir süre sonra Mim Sanat'ın kapıları açıldı. İçeri girdik. Mario Levi'yi ilk kez orada gördüm. Uzun, dikdörtgen bir masanın etrafında toplanmış çoğunluğu kadınlardan oluşan bir ekip. İlk sözleri "Sizi izleyen gözlerden kurtulun" idi. Omzunuzun ardından sizi izleyen gözlerden kurtulun. Onları yüksek bir apartmanın tepesine çıkarın ve itin. Sizi katil olmaya davet ediyorum," diye devam etti. Otosansürü yenmek, yazma cesareti kazanmak hakkında çarpıcı bir girişin ardından tanıştık, birbirimize hikâyelerimizi anlattık, yazı alıştırmaları yaptık. Mario Levi, teknik öğreten bir öğretmen değildi. (Ki buna da itirazım yoktu aslında.) Daha çok içindeki kırılma anlarına baktıran, yeterince cesursan suya sabuna dokunmayan şeyleri teğet geçip gerçekten senin için mühim olanları yazmaya teşvik eden, tabiri caizse eteğindeki taşları dökmeni sağlayan bir eğitmendi. Çok sonraları derslerine katıldığım Beliz Güçbilmez, yazıyla arandaki kol mesafesini arttır, kıl kökü gibi kendi içine dönme, diyecekti. Haklıydı. Ancak kendinle kol mesafeni arttırmak için önce tortuları atmak gerek. Mario Levi'nin atölyesinde yaptığım buydu. Yazılarımı karamsar, iç acıtıcı bulan bir atölye arkadaşımın serzenişi sonrası söze girecekken gözlerimin içine baktığını, gülümsediğini hatırlıyorum. Bana bırak der gibiydi hali. Ona bıraktım, ona güvendim. Yazına gelebilecek yerli yersiz eleştirileri kişisel almamak, savunmamak dersi çıktı böylece, kendiliğinden. Mario'nun neler söylediğini hatırlamıyorum. Çok sular aktı köprülerin altından. Ertesi hafta, bana bunu söyleyen katılımcının gelmiş geçmiş en şahsi yarasını yazdığı ve sınıfta okuduğu ise dün gibi aklımda. 

Bize kitaplar önerdi. Kimisini derste okuduk, tartıştık. Daha iyi bir okur olmanın, öykü yazmanın tohumları orada atıldı. Sınıfın en iyisi değildim, bana göre. Bir kitap yazabileceğimden emin bile değildim. Ama yazmayı seviyordum. Bir gün verdiği ödevi yazarken hissettiklerimi anlatmaya başladım. Yazma eylemi hakkındaki konuşma hevesim gözden kaçacak gibi değildi. Anlat, dedi. Yazmayı, yazarken duyduğum coşkuyu anlattım ben de oracıkta. Sözümü kesmedi, kestirmedi. Beni izleyen gözlerden kurtularak yazdığım o uzun metni okurken atölye süresini hayli aştığımı ancak sustuğumda fark ettim. Ders zili yoktu. Haftaya devam ederiz diyerek öğrencinin şevkini kaçırmak yoktu. Her birinin kendi içinde cesaretle kaleme aldığı metinler, çıbanı, sivilceyi patlatmak için atılan neşterler gibiydi. İyi biliyordu. Yaratıcı yazının yolları taştandı, kan, irin ve gözyaşı akmalıydı ilkin. Hikâyelerin gizlendiği yerlerden çıkması için ilk adım, kapıyı açmaktı. 



Ben kapıyı Mario Levi ile açtım. Yazıyla hiç küsmedim, yazmaya hiç sırt çevirmedim. Çünkü, öğretmenime o pazar günü de anlattığım gibi, yazmayı seviyorum. Bir sonraki kelimenin ne olacağını bilmediğim, doğaçlama akan bir yol, bu. Kelimeler, birbirlerinin içinden geçiyor, çoğalıyor. Klavyenin üzerinde hızla dolaşan parmaklara kim hükmediyor gerçekte, bilen yok. Ama tuşlara vurdukça odanın içinde çoğalan o sesler var ya, o sesler, insana iyi ki dedirtiyor. İyi ki okumaktan, yazmaktan geçmiş yolum. 



Beni iç dökme metinlerinden, günlüklerden, mektuplardan öyküler yazmaya giden yola taşıdığın için, iyi edebiyatla aramda köprülerin kurulmasına yardımcı olduğun için minnettarım sevgili öğretmenim. İyi ki tanıdım sizi. Bir okur olarak tanımanın ötesine geçebildiğim için kendimi şanslı hissettiğimi bilin. Yazdığınız kitaplarda, çevrildiğiniz dillerde, ailenizin, sevenlerinizin, biz öğrencilerinizin anılarında yaşayacak ve unutulmayacaksınız. 


2 yorum:

  1. Çok güzel ifade etmişsin Tuğba.. Taşlarını dökmek ne kadar doğru, ne kadar önemli..
    Mekanı cennet olsun, hayat bir masaldı aslında….

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yüklerden kurtulmak gerek. Hayali streslerden, gelecek kaygılarından kurtulmak. Hayat bir varmış bir yokmuş diye başlayan tekerlemeler gibi. Kendi masalımızı ya da cehennemimizi yazdığımızın farkında olmamız şart galiba.

      Sil