7 Ocak 2024 Pazar

Yılın ilk güzellikleri

Yeni yıla hevesle, umutla, pek çok planla, hayalle giriyoruz, aksi pek mümkün değil. Eski yıl yokuş aşağı inerken gelecek yıla dair planlar kuruyoruz. Yeni alışkanlıklar edinmek, sürdürmek... Havada hâlâ bu iyimserlik varken yılın ilk altı gününe dair iyi şeyleri sıralayarak başlayayım. Maksat yılın ilk yazısı neşeli, umutlu, iyimser olsun. Öyle de sürsün. Olabildiğince. Her koşulda iyi olma, iyiyim deme cüretini göstereceğim bir yıl olmasına niyetliyim ne de olsa. 

Yılın ilk kitabı: Mal Sayımı Erlend Loe
Doppler serisiyle Türkiye'de hatırı sayılır bir okur kitlesi olan Loe'nun ekim 2023'te yayımlanan bu yeni romanı için, yayınevi tıpkı Doppler ve Bildiğimiz Dünyanın Sonu gibi kült bir metine dönüşüyor, demeyi uygun bulmuş. Roman Norveç'te yayımlandıktan 10 yıl sonra dilimize çevrilmiş. Anlatı, kısa bir zaman diliminde geçiyor. İşler şair Nina Faber için çığırından çıkmadan hemen önce başlıyor. Durağan anlatı, kısa sürede ivme kazanıyor. Nina Faber, şaşırtıcı bir karakter. Yıllarını yazarak geçirmiş ama istediği çıkışı yakalayamamış. Yazmak yerine yapabilecekleri, bir potansiyel olarak belirmiyor geleceğinde. Hepsi kaçıp gitmiş birer fırsat. İşler onun gençliğindeki gibi yürümüyor artık. Tanıdığı eleştirmenlerin, editörlerin devri neredeyse kapanmış. Değişen edebiyat dünyasında adını duyurabilecek mi? Yoksa silinip gidecek mi? On yıllarca sonra çıkacak yeni şiir derlemesi Boğaziçi'ne bunca bel bağlaması bundan. İş bitti dedirtmemek istediği için, okurla yeniden buluşmak istediği için, hak ettiğine inandığı övgüleri işitmek için. Kitap hakkında yazılan eleştirilere katlanamayışı, adaleti kendi elleriyle tesis etme çabası, cüretkarlığı hep bundan. Hesapsız kitapsız atılan o ilk adımın ardından freni tutmayan kamyon gibi yokuş aşağı son sürat ineceğinden, kendi hayatını dümdüz edeceğinden habersiz. Roman, yaşlı bir kadının hikâyesini anlatmasıyla da istisna sayılabilir. Akıcı, okuması kolay bir kitap. Yine de bir Doppler değildi benim için. Bununla beraber karakterin pervasızlığı aklımdan hiç çıkmayacak. Bundan da eminim. 

Yılın ilk sesli kitabı: Mürebbiye Stephan Zweig 
Storytell'e eylül ayında üye oldum. Kendime doğum günü hediyesi. Bununla beraber pek kullanabildiğimi söyleyemem. Bir iş yaparken dinleyemediğimi fark ediyorum. Kelimelerin etkisi uçup gidiyor, kaçırıyorum. Bir şey yapmadan durarak dinlemek çok olası değil. Kısa sürede dinleyebileceğim bir sesli kitapla  yeni yılın açılışını yapmak istedim. 
En büyüğü 13 yaşında iki kızkardeşten küçük olanın mürebbiyelerindeki durgunluğu fark etmesiyle başlıyor. İki kız kardeş, mürebbiyelerindeki değişimin, onun üzüntüsünün kaynağını anlamaya çalışırken işin ucunun kuzenleri Otto'ya vardığını kavrar. Kapalı kapıların ardını dinleyerek eksik parçaları anlamaya, anlamlandırmaya çalışırlar. Onların anlayamadığı, bizim bir çırpıda anladığımız şey, ise ikiyüzlü ahlak anlayışının aynı eylem için kadını cezalandırması, erkeğin ise bu işten kolayca sıyrılmasıdır. Çok sevdikleri mürebbiyelerinin neden dalgın ve mutsuz olduğunu, kuzen Otto'nun neden evden ayrılıp bir pansiyona yerleştiğini, en nihayetinde mürebbiyenin neden kızlara tek kelime söylemeden anneleri tarafından evden kovulduğunu, kızlar anlamaz, biz anlarız. En başından beri.

Yılın ilk defteri: sabah sayfaları 
Süslü püslü defterlerin kaderi biraz zordur. Onları alıp öylesine, gelişigüzel karalamalarla doldurmak istemezsiniz. Özenli, özel kelimeler doldurmalıdır o güzelim cilt kapaklı defterlerin içini. Bu kez öyle yapmadım. Yılın ilk sabahı, bir önceki gece hediye gelen defterimi açtım. Sabah sayfalarını yazmak için doldurmaya başladım. Çünkü efendim Julia Cameron'ın "Dinleme Yolu Kulak Vermenin Yaratıcı Sanatı" kitabını uygulamaya başladım. Bakalım altı haftalık programım nasıl geçecek? İlk haftamın bitmesine bir gün var. Kitaptan eksik sayfaları okuyup eksik kalan ödevlerimi yapacağım. Sanatçının Yolu, kitabından bilirsiniz belki, Cameron'ın programlarında rutin olan iki görev vardır: her sabah kalkıp elle üç sayfa durmaksızın yazmaktan ibaret Sabah Sayfaları ve her hafta bir gün kendini yaratıcılığınla tanışmak, ilham perilerini gizlendikleri yerlerden çıkartmak için Sanatçı Buluşması'na çıkarmak. Sanatçı Buluşması için fikir bulmak her zaman kolay değil, benim için. Bakalım yarın ne bulup çıkarabileceğim Sanatçı Buluşması için.

Yılın ilk takdiri: 
Bu akşam kızımla çarşıdan dönerken arabada konuşuyorduk. Ondan bende bulduğu en güçlü, en iyi yanı söylemesini istedim. Duyduğu şey onun için yeterince net değildi. Kendimde güçlü yan olarak bulduğum özelliğimi söyledim.  Bir şeye karar verdiğimde, sonuna kadar gittiğimi, başarmak için çalıştığımı, azimli olduğumu. Çocuk Gelişimi'ni okumaya karar verdiğimde girip mezun olduğumu, yazma konusundaki hevesimi, çalışmamı sürdürdüğümü ve kitaplarımın çıktığını örnek olarak sundum. Bu, gerçekten de kendimde güçlü bulduğum bir özellik. Azimli ve çalışkan bir yanım var. Kendimi maymun iştahlı, daldan dala atlayan biri olarak görmem. O yüzden kimi sosyal işlerde çalışmaya, yer almaya teşvik edilsem de, çok kadın hiç kadındır gerçeğini bilir, amentüm sayar, emek verenlere saygı duyar ancak kendi ilgimi, zamanımı, dikkatimi, emeğimi bin parçaya bölecek planlara eyvallah demem. Bu örnekten sonra arabayı park ettim. ATM'ye uğradım. Arabaya geri döndüğümde kızım "buldum, dedi. Merakla ona baktım. "Anlayışlısın," dedi. Bir ergenden duyabileceğim en müthiş takdir cümlesiydi muhtemelen. O bir kelimenin içinden emek, sevgi, şükran, minnet pek çok duygu taştı. Gerçekten mi diye sordum. Başı bir aşağı bir yukarı sallandı. Uzandım. Yanağına sulu sepken bir öpücük kondurdum. Yarabbi şükür. 

Yılın ilk oyunu: 
Çarşıda işimizi bitirdiğimiz sırada ablamı aradık. Yemek hazırlıyormuş. Nasiplenmemek enayilik. Gittik, sofraya kurulduk. Hadi, dedim. Oyun oynayalım. Bana sırayla soru sorun. Her sorunuza aynı harfle başlayarak yanıt vereceğim. Benim için M harfini seçtiler. Olabildiğince seri yanıtladım soruları. Sırayla yaptık bu işi. Kızım D ile başladı yanıtlarına, ablam A ile. Kurala uyacağım diye verdiğimiz abuk cevaplara güldük epeyce. Amacım da buydu zaten. Ekrana bakmak, hep aynı şeyleri konuşmak yerine az da olsa kıkırdamak. 
 
Yılın ilk aktar alışverişi: 
İstanbul'da gittiğim Hint restoranında tattığım leziz yemeklerinin benzerini evde denemeye kararlıydım. Basmati pirinçle tutturabildiğime inandığım iki pilav denemem, tadanlardan geçer not da aldı. Bu hafta sonu çıtayı biraz daha yükseltmeye ve tikka masala yapmaya karar verdim. İnternetten tarifini buldum. Aktardan eksik malzemeleri satın aldım. Ömrü hayatımda mutfağıma ilk kez garam masala ve toz kişniş girdi. Toz yeşil kakule eksik. Taneyi ezerim olmazsa. Güzel olacağından hiç kuşkum yok. 

Yılın ilk cesur miniği: 
Hayat ben Hint yemeği pişirmeyi hayal ederken beni ilk Hint hastamla tanıştırdı. Ağrılı küçük bir kız. Bir süt dişi çürüğünün bu denli apseye yol açabileceğine inanmak zor. Ama olmuş. Birkaç hafta önce ağır geçen bir influenzanın ardından vücut direnci de düşünce gözüne kadar şişmiş miniğimin yüzü. Bana gelmeden önce hastanede birkaç gün iv. antibiyotik almış. Yüzünün şişi inse de ağız içinde absesi belirgindi. Konuştuk, anlaştık. Anestezi olurken, apsesi drene edilirken, sesi çıkmadı kuzucuğun. En son sorunlu süt dişini de çektik. Mutlu son! Beni asıl şaşırtan bu zor sayılabilecek deneyimin içinde hiçbirimizin ses tonunun yükselmemesi, duygu durumumuzun sabit kalması, benim hekim olarak aradaki diyalogtan asla çıkarılmamam, sakin ve yavaşça işlemi gerçekleştirebilmem için bana güvenildiğini çok derinden hissetmem, annenin benim açıkladığım şekilde sakince kızına yeniden izah etmesi ve bana güven duyması konusunda kibarca telkin etmesi, lafı sündürmemesi... Sonuç olarak bu güveni sarsmadım. Yapacağım her aşamayı basitçe açıkladım. İlk dental girişimin ağrısız ve travmasız geçmesi için bilgim ve deneyimim dahilinde elimden geleni yaptım. İşi kısaltmak için aceleye getirmedim. Ama annenin işbirliği çok değerliydi, çok pozitifti. Kimse kusura bakmasın bizim ailelerle şu çok sık görülebilir: çocuk korkmaktadır, çocuğa bakım veren en pedagojik yaklaşımıyla anlatmakta ve anlatmaktadır, bir tür monolog, kakafoni sürer gider, araya girmek ciddi çaba ister. Çocuğun hep mutlu olması arzusu doktor ziyaretlerinde de geçerli olsun ister aile. Olmadık vaatlerde bulunur: acıtacak bir şey olsa seni getirir miyim hiç! Pardon ama biz bu bebelerin daha doğdukları gün topuğuna iğne batırtıyor, muhtelif aylarda omuz başına, bacaklarına iğne vurduruyoruz. Farkındayız, değil mi? Elbette iyilikleri için, ama acısız olacağını vaat etmiyoruz, öyle değil mi? Bazen bu kültürel farkın nereden kaynaklandığını çok merak ediyorum. Bizim yapamadığımız neyi yapıyorlar da bu yabancı çocuklar nispeten zorlu deneyimler içinde daha sakin, uyumlu kalmayı başarıyor? Çünkü hayatın içinde sayısız kere zorlu deneyimin içinden geçeceğiz. Bazen bu kısa deneyimin ardından gelecek ferahlık, rahatlık. Buna izin verecek sabrı gösterebilecek miyiz? Yoksa endişeyle bunu geciktirip acıyı mı çoğaltacağız? Bu da bir tür bilgelik bence. Bir sonraki kuşağa aktarılması gereken. 

2 yorum:

  1. Storytell'den müthiş faydalanan birisi olarak, kullandıkça alışacağınızı ve seveceğinizi söyleyebilirim. :)

    Son paragrafta anlattığınız olaydaki kültürel farklılık nedeniyle davranışlarda yaşanan değişiklik gerçekten etkileyici. Bizdeki duygu yoğun / düşünce az çocuksu diyebileceğimiz davranışlar nasıl düzelir gerçekten emin değilim. Belki Cem Yılmaz gibi "eğitim şart" demek ve bunu uygulamak lazım. :)

    YanıtlaSil
  2. Trafikte zaman geçirmiyorum. Evde bir işle meşgulken de dikkatimi veremiyorum. Alışık olmadığım için belki. Bir müddet sonra dinlemeyi unuttuğumu fark ediyorum. Eğitim her zaman şart 🤭

    YanıtlaSil