Bu aralar ilginç, öğretici deneyimlerin içerisinden geçiyorum. Hareketli bir iki, üç gün geçirdim. Kızgın kumlardan serin sulara dedikleri türden. Duygularım hayli yoğun, bedenim yorgun ve ağrılı. Tüm yazma sevdalılarının bildiği gibi, hiçbir şey değişmese bile yazmak ve anlatmak insanı hafifletiyor, yükünü paylaşmış oluyorsun. Duygusal olarak çöplüğünü birinin zihnine boşaltmak gibi değil bu yazarak paylaşma hâli. O yüzden içim rahat. Çok kişisel mızıldanmalar olarak duyulmayacağımdan emin, birkaçınızın sesini de duyma muradıyla paylaşıyorum.
Malum ülkenin yarısı gergin ve dişlerini sıkıyor. Ben de o kategoride olduğum için bana başvuran hastaların halinden anlıyorum. Şifa da vermeye çalışıyorum. Bununla beraber diş sıkma, gıcırdatma bir hatalı alışkanlık. Hastalık değil. Ben en çok şöyle izah ediyorum hastalarıma: İfade etmediğiniz kızgınlıklarınızın, duygularınızın somatik olarak çenenizde vücut bulma hali. Siz ağrıyı çenenizde hissettiğiniz için diş hekimine başvuruyorsunuz ama çareyi tek hekimde bulamazsınız. Hakikaten de öyle. Hasta dişlerini sıktığında işe pek çok başka kas da ekleniyor. Boyun, ense, sırt kasları, kürek kemiklerinin arası. Massetere botoks yap ve geçsin ile bitmiyor iş. Farkındalık, meditasyon, yoga, pilates, yüzme vb bir spor, medikal masaj, belki psikiyatri ya da psikoloji desteği, gece plağı, masseter botoksu... Ben bu araçların hepsini kullandım ama tümünü aynı anda değil. Yaşam kalitemi, özellikle de gece uykumu çok bozduğu için pek çok aracı aynı anda kullanmanın yollarına bakıyorum bir süredir. Damdan düşen olduğum için de hastalarıma bütüncül bir yaklaşım sunmak istiyorum. Velhasıl cumartesi pazar kurs için İstanbul'a gittim. Sabah 5.30'ta yola çıktım. Silivri'ye yaklaştığımda artık navigasyonu açayım dedim ve cep telefonumu evde unuttuğumu fark ettim. Müthiş bir şaşkınlık ânı. Peşinden hızla kabulleniş. Tabelaları oku ve yola devam et moduna geçtim. Yolu muhtemelen uzatarak Edirnekapı sapağını takip etmeye karar verdim. Vatan Caddesi'ne çıkınca havada karada bulurum yolu diye düşündüm çünkü. Öyle de oldu gerçekten, Vatan Caddesi, Haşim İşcan Geçiti, Şişhane, Harbiye, Mecidiyeköy ve otele vardım. Ders başlayalı 50 dakika olmuştu ama iki günün kalan kısmında açığı kapattığıma inanıyorum. Hoca, girer girmez bir soru sordu. Gülümsedim. Sabah 5.30'tan beri yolda olduğumu, birtakım aksilikler yaşadığımı, oryente olmak için zamana ihtiyaç duyduğumu söyledim. Kısaca halimden haberdar ettim.
Aslında bu yazının temel meselesi de bu. Hayatın koşturmacası içinde pek çok şey yaşıyoruz. Kimi zaman en sevdiklerimizi bile arayamıyoruz. İstemediğimizden değil, kaynaklarımızı yettiremediğimizden. Geçenlerde bir arkadaşımın dediği gibi: günlük rutin dışında herhangi bir şey yapmak benim için çok zor. O yüzden arkadaşlığa, desteğe ihtiyaç duyduğumuzda etrafımızda bize bunu sağlayabilecek insanlara bu durumu bildirmek gerekiyor. Ben bu küçük gerçeği geçen yıl psikoloğa gittiğim dönemde fark ettim. Hayatımda pek çok değişiklik vardı. Bir sürü şeyi yeniden yapılandırmam gerekiyordu ve gerçekten etrafımda bana nasılsın diyecek, halimi hatırımı soracak arkadaşlarıma ihtiyacım vardı. Bu meseleyi konuşurken psikolog peki yardım istiyor musunuz diye sordu. Ondan sonra yavaş yavaş en yakınımdaki arkadaşlarıma ben zor bir dönemden geçiyorum, arkadaş sohbetine, kapımızın çalmasına ihtiyacım var, demeye başladım. Hayat bu son bir yılda bana yeni gönüllülük esasıyla yürütülen kapılar açtı. Yeni arkadaşlar edindim. Evimin kapısını çalan insan sayısı arttı. Kızımın iyiliğini gözeten dostlarım var. Galiba en çok buna seviniyorum. Halimden haber verdiğim için karşılık gördüğüme inanıyorum.
Bir de şöyle durumlar var. Hepimiz karşılaşıyoruz. Bir yakınımızın başına ağır bir hastalık, ölüm gibi bir şey geliyor. Size haber vermemiş ama haberdarsınız. Tanıdığımız en yakıcı anın içindeyken siz bu bilgiyle ne yapıyorsunuz? Dün çalışırken, hastamın yakını ortak bir arkadaşımızın sağlığıyla ilgili gerçekten çok tatsız bir bilgiyi, çok gizli, kimsenin duymasını istemiyor ama ben size söyleyeceğim diyerek paylaştı. Ve ben arkadaşımın bir uzvunu kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu öğrendim. Bugün kendi tedavim için hastaneye gittiğimde durumdan haberdar iki arkadaşıma rastladım. Biri ziyaretçi istemiyor, gitme, dedi. Diğeri, daha az tanıyanı, git bacım sen, dinleme, dedi. Bu bilgiyle gitmeme fikri benim için çok rahatsız olduğu için çat kapı gittim. Durumunu duydum, ararsam belki kabul etmezsin diye korktum, o yüzden de hastaneden doğruca buraya geldim, dedim. Arkadaşım üzgündü elbette. Bununla beraber hiç de çekindiğim gibi olmadı. Her zamanki gibi sohbet ettik. Ona ayırabileceğim zamanları ve yapabileceğim işleri söyledim. Kendi kanser olduğum günleri hatırladım. Çok üzüldüğü için beni arayamadığını söyleyen eskiden arkadaşım olan tanıdıkları hatırladım. Küsmek gibi algılansın istemem küsmek değil çünkü bu. Benim için arkadaşlık hayatın akışı içinde, okul ya da aynı iş yerinde çalışmak gibi olağan buluşma alanlarını yitirdiğinde de karşılıklı emek ve zaman ayırdığın için beraber yürümeye devam etmek. Kimse kusura bakmasın ama bunun için de zor anlar da var. Telafisi olmayan kayıplar karşısında akıl vermeden, suçlamadan, teselli etmeden yanında durmak ve sohbet etmek de var. Hastalığım sırasında bana en çok desteği evime gelen benimle okey, tabu oynayan, kahve içen, sohbet eden arkadaşlarım verdi. Üzmemek için aramayanlar değil. Yetişkin olmak da böyle bir şey. Böyle işte. Başı, ortası, sonu nasıl demeden bırakıyorum size satırlarımı. Çünkü bunca duygusal ağırlığın içinde, insana insan gerek.
Çok haklısın; içine atmak, nasılsa ben çözerim demek benim de huyumdu. Sonunda ben de tükendim geçen bahar ve bana yardım ediiiin diye bağırdım. Kimi duydu geldi, kimi duymadı.. Küsmedim de ben de artık o gelmeyenlere gitmiyorum.. Çünkü zamanıma ve enerjime yazık.
YanıtlaSilFakat evet, huyumu da değiştirdim artık zor zamanımda da zorlanıyorum diyorum....
Umarım geçtiğin zor günler geride kalır sevgili Tuğba, biliyorsun ben buradayım hep..
Canım Ceren'ciğim desteğin için teşekkür ederim. Evet içine atmak, ,her şeyi tek başıma hallederim havasına girmek bünyeye zarar. İmdat noktasına gelmeden azar azar paylaşmak lazım. Sen de ne zaman ihtiyaç duyarsan, ses et, dinlerim. Bazen duyulmak bile yetiyor insana. Sevgilerimle.
SilHerkesin kendinden bir şeyler değil, pek çok şey bulup tekrar tekrar göz gezdirebileceği harika bir yazı okudum. İçten, doğal seslenişlerle, çıplak gerçekle yüz yüze düşündürerek, eğiterek, anlayarak, ANLATARAK...
YanıtlaSilÇok teşekkürler. Güzel şeyleri paylaşmak gerek. Tabii ki izninizle, ad belirterek.
"Sesler yankılanmalı." diye düşünen bir dünya vatandaşı...
Beğenmenize, paylaşmaya değer bulmanıza sevindim. Paylaşmanızdan mutluluk duyarım. Sevgilerimle.
SilMerhaba Tuğba, bu blogun yazarının sen olduğunu bilmeden, Konserve Ruhlar'ın blogu sayesinde geldim, takibe aldım, sonra ismini fark ettim. Bu yazını çok beğendim, benim için çok düşündürücü, uyarıcı oldu. Paylaştığın için teşekkür ederim. Sevgiler...
YanıtlaSilHoş geldin Leylan. Blog yazılarını sosyal medyada paylaşmayınca anonim kalmışım demek :) Yazıyı beğenmene de ayrıca sevindim.
SilHoş bulduk. Ben de koymuyorum artık sosyal medyaya. Kim fark ederse, kime denk gelirse okusun diye. :)
Sil