Yitik Ülke Edebiyat ve Kültür Sanat Dergisi Öykü Yazma Yarışmasının dördüncüsü sonuçlandı.
Anı Toplayıcısı isimli öyküm, anahtar sözcüğü "yağmur" olarak belirlenen yarışma kapsamında yayımlanmaya değer bulunan dört öyküden biri oldu. www.yitikulke.com adresinden dergiyi takip edebilir, yarışma ve kitap projesi duyurularına ulaşabilirsiniz.
“birden bire
bir çiçek rıhtım
taşının aralığından
uzatmış başını
bir çiçek yolumu kesti.”
O sarı çiçeği
görmeseydim bugün yaşamıyor olacaktım. Bir kez daha aynı
acıları, sıkıntıları yaşamak istemediğimden emindim. Doktorun
yanından çıkarken “İyi ki yalnız gitmişim.” diye düşündüm.
“Hep birlikte üstesinden geleceğiz, atlatacağız, ne lazım
gelirse yapacağız.” zırvalarını dinlemek zorunda kalmamıştım.
Şimdilik...
İlk telefonu
cevapladığım anda işler benim kontrolümden çıkacaktı,
biliyordum. Bir karar vermeliydim. Önüme çıkan ilk eczaneye
girdim.
Telefonum ardı sıra
çalmaya başladı. Doktora gideceğimi bilen karım ve iş
arkadaşlarımdı muhakkak. Şehrin gürültüsünün telefonun
sesini bastırdığını veya doktorun yanından henüz çıkmadığımı
düşünüp bir süre daha rahatlar, sonra sessizliğimin kuşkularını
doğruladığını anlayınca olanca çabalarıyla bana ulaşmaya
çalışırlardı. Ondan sonra gelsin ameliyat, gitsin radyoterapi,
ısırgan otu, keten tohumu, reiki, dua, kurşun dökmeler... Bir
sene uğraştıktan, tam atlattım diye düşünüp rahatladıktan
sonra, medikal ya da alternatif herhangi bir tedaviyi yeniden
denemeye hiç mi hiç niyetim yoktu. Ruhum, bedenimi terk etmişti
sanki. İçi boş bir çuval gibi hissediyordum kendimi. Oturduğum
yerde arkama yaslanmasam yere düşüp dertop olacak bir kumaş
yığını, insan sureti... Defalarca kesilmiş, iğnelerle delinmiş
zavallı bedenime bunca eziyet etmeye değmezdi. Bir otel odasına
gidecek bir kutu uyku hapı yutacak, bir şişe viskiyi kafama
dikecek, ölmeye yatacaktım.
“Keşke Beşiktaş'ta
simit alsaydım, martılara atardım.” diye düşündüm. Deniz
kokusunu, martı çığlıklarını, Haydarpaşa garını, hepsini
zihnime kazımalıydım. Bu son, bir daha göremeyecektim. İçim
ezildi, gözlerim karardı. Oğlumun büyüdüğünü görmek,
yaşlanmak, yaşanmışlık ağrıları çekmek, ihtiyarlamak, elden
ayaktan kesilmek ancak o zaman ölmek isterdim, huysuz, yaşlı bir
ihtiyar olarak... Kırklı yaşların henüz başında değil! Keşke
bir yolu olsaydı. Uyusam uzunca bir uykuya dalsam, uyandığımda
bütün tedaviler bitse, her şey eskisi gibi olsaydı...
Vapurdan en son ben
indim. Ucuz bir otel bulmalıydım. Karıma kabarık bir kredi kartı
ekstresi bırakmak istemezdim. Bir anda bardaktan boşanırcasına
yağmur yağmaya başladı. Islanmamak için sundurmanın altına
koştum. Ölmeye karar verdiğim dakikalarda ıslanmamak için
gösterdiğim çaba da neyin nesiydi? Yağmurla beraber hava
sertleşti. Giderek büyüyen dalgalar rıhtım taşlarını adeta
dövüyordu.
Cılız bir sarı
çiçek gördüm. Rıhtım taşının çatlağında, bir parça
toprakta açmış, şiddetli rüzgâr ve yağmurun etkisiyle sağa
sola savrulan, başı dik, inatçı, kararlı, cesur bir sarı
çiçek... Şuncacık çiçeğin cesareti yoktu bende... Ağladım,
orada, sundurmanın altında. Kaç vapur gitti, geldi, kaç insan
indi, bindi, bilmiyordum. Yağmur bitene kadar bekledim.
Bir oyuncakçıya
girdim. Oğlumun ne zamandır istediği dinazorlardan aldım.
Gözlerindeki mutluluğun her şeye değdiğini görünce anı
toplamaya başladım. İyi bir film, fırından yeni çıkmış sıcak
bir simit, mide bulantısız geçen bir gün, dostlarla keyifli bir
sohbet, tatil hayalleri...
Bugün dördüncü
kemoterapiye giriyorum. Doktorum kitlenin küçüldüğünü
söylüyor. Ne yaptığımı soruyor. Anı topluyorum, hepsi bu!
*Bu yazı 27 Şubat 2014 tarihinde www.yitikulke.com da yayımlandı.
http://www.yitikulke.com/yitik-ulke-oyku-yarismasi-sonuclari-yagmur-konulu-oykuler.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder