“Yaratıcı
yazarlık” diye bir eğitim olabileceğinden ilk kez okuduğum bir
roman sayesinde haberdar oldum. Elisabeth Dunkell'in, Her Kadın
Bir Rus Şaire Aşık Olur'un kahramanı Kate akşamları
yaratıcı yazarlık derslerine gidiyordu. Üniversiteye ilk
başladığım yıllarda (milleniyuma yaklaşırken) okumuştum
romanı. Kitabın ortalarında çok da önemi olmayan bir detaydı.
Ama aklıma kazındı.
Çocukluğumda
hayal ettiğim 2000'li yıllar Jetgiller çizgi filminin
görüntüleriydi. Havada uçan arabalar, robotlar, vs. Millenyuma
girdiğimde arabalar hâlâ karadan gidiyordu. Buna karşın bilgi ve
iletişim çok hızlıydı. İnternetle ilk tanışanlar gibi ben de
önce bir e-posta adresi ve icq hesabı edindim. Arkadaşlarıma
e-postalar ve komik posta kartları yollamaya başladım. Hâlâ
internetle tam olarak ne yapabileceğimi bilmediğim günlerdi. Zaman
geçti. İnternetle ilişkim arttı. Arama motorlarını keşfettim.
Bilgiye ulaşmanın hızlı yoluydu internet.
Bir zaman
geldi. Bir kırılma ânı. Durmak, yavaşlamak hiçbir şey yapmamak
istedim. Bir hastalıktı beni yavaşlatan. Sayfalar dolusu yazmak
sadece yazmak, okumak, evden hiç çıkmamak istedim. O günlerde
aklıma yaratıcı yazarlık atölyesi geldi. Arama motoruna yazdım.
Karşımda ilk kez bir seçenek çıktı. Atölye
çoktan başlamıştı. Önümdeki süreci, katılıp
katılamayacağımı bilemediğimden belirsiz bir tarihe erteledim.
İki yıl
sonra otuzuma girerken kendime hiç cömert davranmadığımı
düşündüm. İsteklerimi ertelediğimi, görmezden geldiğimi.
Arama motorunu açtım, yazdım: Yaratıcı yazarlık.
İki
alternatif çıktı karşıma. Mario Levi-Mim Sanat ve Murat Gülsoy
BUMED
Her iki yazarı da okumamıştım. Mario Levi'nin Bir Şehre Gidememek
adlı hikâye kitabı ve İstanbul Bir Masaldı adlı
romanı vardı evde. Her iki kitabı da ablam almıştı. İlk kitabı
almasının sebebi kitabın başındaki Kavafis'in Şehir
şiiriydi. İkinciyi almasının nedeni kitabın ismiydi. Laf
aramızda ikimiz de hâlâ İstanbul Bir Masaldı'yı
okumadık. Mario Levi bir dönem reklam ajansında metin yazarlığı
yapmış. Bu deneyimle çok isabetli kitap kapakları ve başlıkları
seçiyor, kitapları adeta rafların arasından okurunu çağırıyor.
Murat Gülsoy'u ise ne okumuş ne de adını duymuştum. Tercihimi
Mario Levi'den yana kullandım. Yazarlıkları ya da programın
içeriği değildi seçimimi etkileyen. Dünyanın en tembel
insanlarından biri olarak her pazar Göztepe'den kalkıp
Rumelihisarı'na gitmeye üşendim. Moda evime daha yakındı. Aradım
kayıt oldum. Atölye günü geldiğinde elimde bir defter evden
çıktım. Moda'da bir apartmanın önünde bekleyen üç kişi
gördüm. Ürkek birer merhaba, çekinerek sorduğum “Siz de mi
yaratıcı yazarlık atölyesine geldiniz?” soruma aldığım
olumlu cevabın ardından birlikte beklemeye koyulduk. Yeni girdiğim
ortamlarda uzun uzun kuracak cümlelerim yoktur. Sonrasında susmuş
olmalıyım. Hatırlamıyorum. Bu karşılaşma ve durma ânının
hikâyesini Betül'den bekliyoruz. Bir süre sonra Olga hanım geldi.
İçeri girdik. Sonra Mario Levi geldi. Peşi sıra diğer
katılımcılar ve derse başladık. 3 aylık ilk kurun ardından
ertesi sene bir kur daha gittim. Yazar odasında iki yaratıcı
yazarlık atölyesinin kıyaslandığı yazıyı çok severek
okuyunca kendi yaratıcı yazarlık atölyesi deneyimimi ve
tavsiyelerimi paylaşmak istedim. Yazar odasında yayımlanan yazıyı
okumak için tıklayın.
Yaratıcı yazarlık atölyeleri ne işe yarar? Benim ne işime yaradı?
Atölye
boyunca her hafta üç keyifli saat geçirdim. Edebiyattan hoşlanan
insanlarla bir araya geldim. Güzel dostluklar kurdum. Daha bilinçli
ve iyi bir okur oldum. Yazmanın yazarak ve okunarak öğrenilen bir
şey olduğunu öğrendim. Yazmanın üç sırrını öğrendim.
Çalışmak, okumak ve sabretmek. Yazmanın insanı yalnızlaştıran,
sosyal yaşamından çalan, ancak vazgeçilmeyen bir tutku olduğunu
öğrendim. Üstelik kimse bana para, şöhret, basılı bir kitap
vaat etmedi.
Yaratıcı
yazarlık atölyesi sayısı geçmişe nazaran arttı. Küçük
şehirlerde dahi bu tür atölyelerle karşılaşmanız artık olası.
Online yaratıcı yazarlık atölyesi seçeneklerine de
rastlayabilirsiniz.
Yazmak
istiyorsunuz. Bir atölyeye gitmeye karar verdiniz ancak hangisini
seçeceğinize karar veremiyorsanız aşağıdaki öneriler işinize
yarayabilir.
*Seçenekleri
araştırın.
*Kurmaca
metni yayımlanmamış birini seçmeyin.
*Mümkünse
yazarlığını sevdiğiniz birinin atölyesine devam edin.
Mario
Levi'den bir atölye yöneticisi olarak çok hoşlandım. Sohbetini,
özellikle ilk kurda izlediği yolu, verdiği ödevleri çok sevdim
ve faydalı buldum. Ancak hâlâ iyi bir Mario Levi okuru olduğumu
söyleyemem. Murat Gülsoy'u ve Yekta Kopan'ı yazarlıklarıyla
tanıdıktan sonra onların atölyesine devam etmiş olmanın nasıl
olabileceğini düşünmeden edemiyorum.
Mario
Levi'nin atölyesinin içeriğine dair spoiler vermeyeceğim. Levi,
teknik ya da biçim öğretmiyor. Ödevler üzerinden, sohbet
esnasında yanlışları, doğruları gösteriyor elbette. Ancak asıl
yaptığı şey yazma sevgisini oluşturmak, içinizde sakladığınız
yazmaya değer ya da sizi aslında yazmaya iten şeyi açığa
çıkartmanızı sağlamak. Teknik, biçimler, yöntemler,
kategoriler sonradan öğrenilebilir. Önemli olan bilinçaltını
serbest bırakabilmek. Mario Levi'nin atölyesinde bunu yapmak
mümkün. Metinlerde kişisel sırdaşlıklar aramayan, metni
edebiyle okuyabilen katılımcıların varlığının atölye
çalışmalarını daha keyifli ve uyumlu hâle getireceği kesin.
Atölye yöneticinizi seçebilirsiniz ancak katılımcıları
seçmeniz mümkün değil.
*Farklı
yazarların atölyelerine gidin.
Eğer yazmak
işi hâlâ ilginizi çekiyorsa, devam etmeyi düşünüyorsanız
farklı atölyelere katılmayı ihmal etmeyin. Hem Mario Levi'nin hem
de Murat Gülsoy'un atölyelerine katılmış biriyle tanışmıştım.
Sohbet ederken bana Gülsoy'un atölyesinden ve katılımcılardan
çok hoşlanmadığını, Gülsoy'un metinleri mutlaka basılı
istediğini, metnin biçimine, imla hatalarına dikkat ettiğini
söylemişti. Yazmak sevgisi kazandıysanız, artık basılı ya da
dijital ortamda metinlerinizi yayımlatmak arzusundaysanız, biçim,
kurgu, imla kurallarının daha çok konuşulduğu, hatalarınızın
kalemle çizilerek düzeltildiği bir atölyeye katılma zamanı
gelmiş demektir. Başlangıçta yazıdan korkutan, soğutan bir
özellik gibi görünen işin teknik kısmının daha çok
önemsendiği farklı bir atölye kesinlikle işinize yarayacaktır.
*Bu
atölyelerden “yazar” olarak çıkmayacağınızı ASLA
unutmayın!
Kimse size
otuz altı saatte basılabilecek bir kitap yazmanın sırlarını
veremez. Laf aramızda bu tür atölyelere gittiğinizde ilk
duyacağınız şey yazmanın sanat yönünün öğretilebilir bir
şey olmadığıdır. Yazarsanız yazarsınız, yazmazsanız
yazmazsınız. Yazmak yazarak ve de çok okuyarak öğrenilen bir
şeydir. Yazarak önce kendisiyle rekabet eder insan. Kendinden daha
iyi yazar hâle gelir. Daha bilinçli bir okur olur. Bu da az şey
değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder