24 Haziran 2014 Salı

YARATICI YAZARLIK ATÖLYELERİ


Yaratıcı yazarlık” diye bir eğitim olabileceğinden ilk kez okuduğum bir roman sayesinde haberdar oldum. Elisabeth Dunkell'in, Her Kadın Bir Rus Şaire Aşık Olur'un kahramanı Kate akşamları yaratıcı yazarlık derslerine gidiyordu. Üniversiteye ilk başladığım yıllarda (milleniyuma yaklaşırken) okumuştum romanı. Kitabın ortalarında çok da önemi olmayan bir detaydı. Ama aklıma kazındı.

Çocukluğumda hayal ettiğim 2000'li yıllar Jetgiller çizgi filminin görüntüleriydi. Havada uçan arabalar, robotlar, vs. Millenyuma girdiğimde arabalar hâlâ karadan gidiyordu. Buna karşın bilgi ve iletişim çok hızlıydı. İnternetle ilk tanışanlar gibi ben de önce bir e-posta adresi ve icq hesabı edindim. Arkadaşlarıma e-postalar ve komik posta kartları yollamaya başladım. Hâlâ internetle tam olarak ne yapabileceğimi bilmediğim günlerdi. Zaman geçti. İnternetle ilişkim arttı. Arama motorlarını keşfettim. Bilgiye ulaşmanın hızlı yoluydu internet.

Bir zaman geldi. Bir kırılma ânı. Durmak, yavaşlamak hiçbir şey yapmamak istedim. Bir hastalıktı beni yavaşlatan. Sayfalar dolusu yazmak sadece yazmak, okumak, evden hiç çıkmamak istedim. O günlerde aklıma yaratıcı yazarlık atölyesi geldi. Arama motoruna yazdım. Karşımda ilk kez bir seçenek çıktı. Atölye çoktan başlamıştı. Önümdeki süreci, katılıp katılamayacağımı bilemediğimden belirsiz bir tarihe erteledim.

İki yıl sonra otuzuma girerken kendime hiç cömert davranmadığımı düşündüm. İsteklerimi ertelediğimi, görmezden geldiğimi. Arama motorunu açtım, yazdım: Yaratıcı yazarlık.
İki alternatif çıktı karşıma. Mario Levi-Mim Sanat ve Murat Gülsoy BUMED
Her  iki yazarı da okumamıştım. Mario Levi'nin Bir Şehre Gidememek adlı hikâye kitabı ve İstanbul Bir Masaldı adlı romanı vardı evde. Her iki kitabı da ablam almıştı. İlk kitabı almasının sebebi kitabın başındaki Kavafis'in Şehir şiiriydi. İkinciyi almasının nedeni kitabın ismiydi. Laf aramızda ikimiz de hâlâ İstanbul Bir Masaldı'yı okumadık. Mario Levi bir dönem reklam ajansında metin yazarlığı yapmış. Bu deneyimle çok isabetli kitap kapakları ve başlıkları seçiyor, kitapları adeta rafların arasından okurunu çağırıyor. Murat Gülsoy'u ise ne okumuş ne de adını duymuştum. Tercihimi Mario Levi'den yana kullandım. Yazarlıkları ya da programın içeriği değildi seçimimi etkileyen. Dünyanın en tembel insanlarından biri olarak her pazar Göztepe'den kalkıp Rumelihisarı'na gitmeye üşendim. Moda evime daha yakındı. Aradım kayıt oldum. Atölye günü geldiğinde elimde bir defter evden çıktım. Moda'da bir apartmanın önünde bekleyen üç kişi gördüm. Ürkek birer merhaba, çekinerek sorduğum “Siz de mi yaratıcı yazarlık atölyesine geldiniz?” soruma aldığım olumlu cevabın ardından birlikte beklemeye koyulduk. Yeni girdiğim ortamlarda uzun uzun kuracak cümlelerim yoktur. Sonrasında susmuş olmalıyım. Hatırlamıyorum. Bu karşılaşma ve durma ânının hikâyesini Betül'den bekliyoruz. Bir süre sonra Olga hanım geldi. İçeri girdik. Sonra Mario Levi geldi. Peşi sıra diğer katılımcılar ve derse başladık. 3 aylık ilk kurun ardından ertesi sene bir kur daha gittim. Yazar odasında iki yaratıcı yazarlık atölyesinin kıyaslandığı yazıyı çok severek okuyunca kendi yaratıcı yazarlık atölyesi deneyimimi ve tavsiyelerimi paylaşmak istedim. Yazar odasında yayımlanan yazıyı okumak için tıklayın.


http://yazarodasi.blogspot.com.tr/2011/10/iki-yazarlk-atolyesi-incelemesi-2.html



Yaratıcı yazarlık atölyeleri ne işe yarar? Benim ne işime yaradı?

Atölye boyunca her hafta üç keyifli saat geçirdim. Edebiyattan hoşlanan insanlarla bir araya geldim. Güzel dostluklar kurdum. Daha bilinçli ve iyi bir okur oldum. Yazmanın yazarak ve okunarak öğrenilen bir şey olduğunu öğrendim. Yazmanın üç sırrını öğrendim. Çalışmak, okumak ve sabretmek. Yazmanın insanı yalnızlaştıran, sosyal yaşamından çalan, ancak vazgeçilmeyen bir tutku olduğunu öğrendim. Üstelik kimse bana para, şöhret, basılı bir kitap vaat etmedi.

Yaratıcı yazarlık atölyesi sayısı geçmişe nazaran arttı. Küçük şehirlerde dahi bu tür atölyelerle karşılaşmanız artık olası. Online yaratıcı yazarlık atölyesi seçeneklerine de rastlayabilirsiniz.

Yazmak istiyorsunuz. Bir atölyeye gitmeye karar verdiniz ancak hangisini seçeceğinize karar veremiyorsanız aşağıdaki öneriler işinize yarayabilir.

*Seçenekleri araştırın.

*Kurmaca metni yayımlanmamış birini seçmeyin.

*Mümkünse yazarlığını sevdiğiniz birinin atölyesine devam edin.

Mario Levi'den bir atölye yöneticisi olarak çok hoşlandım. Sohbetini, özellikle ilk kurda izlediği yolu, verdiği ödevleri çok sevdim ve faydalı buldum. Ancak hâlâ iyi bir Mario Levi okuru olduğumu söyleyemem. Murat Gülsoy'u ve Yekta Kopan'ı yazarlıklarıyla tanıdıktan sonra onların atölyesine devam etmiş olmanın nasıl olabileceğini düşünmeden edemiyorum.

Mario Levi'nin atölyesinin içeriğine dair spoiler vermeyeceğim. Levi, teknik ya da biçim öğretmiyor. Ödevler üzerinden, sohbet esnasında yanlışları, doğruları gösteriyor elbette. Ancak asıl yaptığı şey yazma sevgisini oluşturmak, içinizde sakladığınız yazmaya değer ya da sizi aslında yazmaya iten şeyi açığa çıkartmanızı sağlamak. Teknik, biçimler, yöntemler, kategoriler sonradan öğrenilebilir. Önemli olan bilinçaltını serbest bırakabilmek. Mario Levi'nin atölyesinde bunu yapmak mümkün. Metinlerde kişisel sırdaşlıklar aramayan, metni edebiyle okuyabilen katılımcıların varlığının atölye çalışmalarını daha keyifli ve uyumlu hâle getireceği kesin. Atölye yöneticinizi seçebilirsiniz ancak katılımcıları seçmeniz mümkün değil.

*Farklı yazarların atölyelerine gidin.

Eğer yazmak işi hâlâ ilginizi çekiyorsa, devam etmeyi düşünüyorsanız farklı atölyelere katılmayı ihmal etmeyin. Hem Mario Levi'nin hem de Murat Gülsoy'un atölyelerine katılmış biriyle tanışmıştım. Sohbet ederken bana Gülsoy'un atölyesinden ve katılımcılardan çok hoşlanmadığını, Gülsoy'un metinleri mutlaka basılı istediğini, metnin biçimine, imla hatalarına dikkat ettiğini söylemişti. Yazmak sevgisi kazandıysanız, artık basılı ya da dijital ortamda metinlerinizi yayımlatmak arzusundaysanız, biçim, kurgu, imla kurallarının daha çok konuşulduğu, hatalarınızın kalemle çizilerek düzeltildiği bir atölyeye katılma zamanı gelmiş demektir. Başlangıçta yazıdan korkutan, soğutan bir özellik gibi görünen işin teknik kısmının daha çok önemsendiği farklı bir atölye kesinlikle işinize yarayacaktır.

*Bu atölyelerden “yazar” olarak çıkmayacağınızı ASLA unutmayın!

Kimse size otuz altı saatte basılabilecek bir kitap yazmanın sırlarını veremez. Laf aramızda bu tür atölyelere gittiğinizde ilk duyacağınız şey yazmanın sanat yönünün öğretilebilir bir şey olmadığıdır. Yazarsanız yazarsınız, yazmazsanız yazmazsınız. Yazmak yazarak ve de çok okuyarak öğrenilen bir şeydir. Yazarak önce kendisiyle rekabet eder insan. Kendinden daha iyi yazar hâle gelir. Daha bilinçli bir okur olur. Bu da az şey değildir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder