İrodikos
ve Krates’in aziz hatıralarına
Bizim
zamanımızda Cin Ali vardı. 1991 yılıydı, birinci sınıftaydım,
kıl payıyla yırtmıştım siyah önlükten. Dünya ilk defa bir
savaşı naklen izliyordu. Tahtaya Kahrolsun
Saddam diye
yazdığımı hatırlıyorum. Çocukluk işte.
Okumayı
öğrendiğim yaz, naklen savaşın yazında yani, deli gibi
okumuştum. Ne bulursam. Ne zaman yazmak istedim ya da kafamda bir
yazar/şair olma düşüncesi ne zaman belirdi, tam hatırlamıyorum
ama sanırım üçüncü sınıftaydım ilk eserim(!)
yayımlandığında.
Türk
Standartları Enstitüsü’nün çıkardığı bir çocuk dergisi
vardı: Öncü Çocuk Dergisi. Oraya bir şiirimi göndermiştim,
yayımlandığında da çok sevinmiştim. “Öncü çocuk
dergisi/gelir bize kendisi” diye başlıyordu. Dergi posta yoluyla
geliyordu galiba
Ama
daha o zaman bile istediğim, umduğum coşku ve heyecanı
göremediğimi hatırlıyorum. Galiba yazar/şair olmak isteğim o
günlerde doruktaydı, sonra giderek azaldı. Hâlâ yazıyor olmamın
sebebi şair/yazar olmak değil, yazmanın kendisinden duyduğum haz.
“Geldin yine birdenbire geldin yine/İçimdeki yazı hayvanı
geldin yine” diyor ya Dağlarca. Bir Şamanın transı gibi. İşte
o ansızın gelen ve müthiş bir haz veren şey için yazıyorum:
yazmanın kendisi için.
Bu
ilk şiirden sonra epey bir ara verdim yazmaya. Kendi kendime
yazıyordum ama sadece okul dergisinde yayımlanan şeyler. O
dönemlerde Fakir Baykurt, Necati Cumalı, Can Yücel, Aziz Nesin
gibi yazarlar/şairler vardı hayatımda. Necati Cumalı’nın
avukatlık da yaptığını öğrendiğim için, sırf bu yüzden,
uzun bir süre avukat olmak istemiştim.
Daha
sonra Parşömen adlı bloğu kurdum ve yazmak, eşlik etmeye başladı
okumaya. Daha sonra da dergilerde yazılar, şiirler, öyküler
derken kitaplar geldi.
Belki
de bütün bunlar hiç olmadı. Ya da böyle olmadı, bu şekilde.
Belki de ben birazdan Öncü Çocuk Dergisine şiir göndereceğim.
Her şey yeniden başlayacak!
Onur
Çalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder