Sabah
güneşine karşı durdum
Tam
rükuya varıp dua edecekken
Yorgun
bir güvercin dallarıma kondu
Avuçlarımın
içini güneşe tuttum
Binlerce
elimi ağzıma götürdüm
Öptüm
Gören
kimse olmadı
Gittiler
Ölülerini
bana emanet edip gittiler
Sesler
gitti
Çocuk
sesleri, ağlayan, gülen, oyun oynayan
Kadın
sesleri, bayırda ot toplayan, süt sağan, kilim dokuyan
Erkek
sesleri, toprak çapalayan, çift süren, türkü söyleyen
Hayvan
sesleri, başıboş dolaşan tavuklar, kediler, köpekler,
Merada
otlayan koyunlar
Köye
yaşam veren ne kadar ses varsa gitti
Ölülerini
bana emanet edip gittiler
Yaz
sonuydu
Hasat
kalktı
Gurbet
elde para lazımdı
Para
lazımdı
Şilan
düğün yemeği
Kaşıklar
sallandı
Rengârenk
fistanlar sırtta
Kadınların
hepsi son bir kez halayda
Denkler
toplandı
Gövdeme
bir kuş resmi çizdi çakısıyla bir çocuk
Tavus-i
Melek
“Geleceğim
burası benim yuvam
Atalarımın
toprağı
Anam
söz verdi
Döneceğim.”
dedi
Sarıldı
koca bedenime
Kollarım
iki yanda kıpırtısız
Saramadan
onu
Silemeden
gözündeki yaşı
Kollarım
iki yanda uğurladım onu
Duyun
işte
Ağaçlar
da ağlarmış.
Sessizliğin,
kimsesizliğin de sesi varmış
Kuşların
kanat çırpıntısının,
Arıların
vızırtısının
Yağan
yağmurun
Esen
yelin
Güneşten
çatlayan toprağın...
Mezopotamya'da
kış bitti
Bugün
Çarşema Sor
Toprağın
kendi gebe
Bu
ay gelin çıkmaz
Sonra
düğünler başlayacak
Uzaklarda
Bu
topraklarda artık sadece ölüm var
Ölülere
yer var
Uçağa
bindirilmiş tabutlar
Bu
toprakların yeni sahiplerinin avuçlarına sıkıştırılan biraz
para
Kamera
baştan sona kayıtta
Bu
toprağın altında gözü olanlar
Yuvaya
kavuşmanın huzuruyla yatmakta
*Bu yazı 06/03/2015 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder