Bu aralar çok tembelim. En basit işleri bile aylarca bekletiyorum. Kütüphaneyle ilişkim hepten sorunlu. Kitapları iade etmem gereken tarihi asla takip etmiyorum. Kütüphaneyi daha çok Deniz için kullandığımızdan kitapları okumayı bitirmek gibi bir kavram yok. Defalarca okunuyor o kitaplar, yeri geliyor yeniden ödünç alınıyor. Artık vakti gelmiştir diye düşünerek yanıma alıyorum, arabaya veya iş yerine, sonra bekliyorum, ne zaman cep telefonuma mesaj geliyor. Ertesi sabah ilk iş kütüphaneye gidiyorum.
Kütüphane hâlâ yaz saati uygulamasında. Cumartesileri kapalı. Deniz kreşe başladığı için kitapları verme ve yenilerini seçme işi bana kaldı. Rafların pazar tezgâhından farkı yok. Alışverişten sıkılırım ama iş Deniz'e yeni, okunmamış, eğlenceli kitaplar seçmeye gelince, akan sular duruyor. Tek tek bakıyorum, gizli bir hazine bulmak için, uyku öncesi bir neşeli kahkaha duyabilmek için, kızıma sıkı sıkı sarılmak için. Oysa sarılmalar haram bize!
Toplam altı kitabı alıyorum kolumun altına. Hastam yok, kütüphanenin önü kordon. Oturuyorum, bir karışık tost söylüyorum kendime. Çayın demini almasına on beş dakika varmış, beklemek istemiyorum. Sütlü neskafe eşlik ediyor kahvaltıma. İnternetimi açıyorum. Kötü haberler saçılıyor önüme, boğazımda bir yumru. Lokmalar büyüyor ağzımda. Yutmak güçleşiyor. Fuat Avni haberleri takip etmek zorunda kalmayacağımız günleri düşlüyorum.
Denizi izliyorum, gemileri, martıları. Keyif vermiyor sabah kaçamağım. Kös kös otoparka yürüyorum. Karşıdan bir araba üzerime geliyor. Normalde açar pencereyi, tek yön bu sokak, derim, bıkmadan, usanmadan, susuyorum, sola yanaşıp bana yol vermesini bekliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder