Masallar, şimdi kitapçıların çocuk raflarında satılıyor ancak
tarihsel süreçte masalların çocukları eğlendirmekten ziyade onları
yetişkinlerin dünyasına hazırlamak amacı taşıdığını, kullandığı sembolller ve
metaforlar vasıtasıyla kadının ve erkeğin bilinçaltına kalıplar
yerleştirdiğini, içinde yaşadığı toplumun kurallarını, kodlarını, kültürel
değerlerini, baskın düşüncelerini gelecek nesillere miras olarak bıraktığını
biliyoruz. Çocukları eğlendirmek, tesellemek amacıyla anlatılan “masum”
masalların bunu nasıl başardığını herkesçe bilinen bir örnek üzerinden
anlatabilir misin?
Masalların; halkı –özellikle okuma yazması olmayan
toplumlarda– eğitmek, toplumlarda
otoriteye karşı çıkarak psikolojik rahatlama duygusu sağlama gibi onlarca
işlevi vardır. Çocukların eğitiminde kullanılması da bunlardan biridir.
Çocukları disipline etmek, anne babanın sözünden çıkmamaları konusunda uyarmak,
kız ve erkek çocuklarına ayrı ayrı ‘toplumsal rollerine uygun’ olarak
görevlerini öğretmek masallar vasıtasıyla nesilden nesile aktarılmıştır.
Bunu
mesela Külkedisi masalı üzerinden örneklendirebiliriz. Kız çocuklarına kurallara
uygun davranırsanız, büyüklere itaat ederseniz, bir gün ‘prensle /
kısmetinizle’ evlenebilirsiniz denilmektedir:
a)
Külkedisi aslında ev kızıdır ve evin bütün işlerini yapmaktadır. Burada kızlara
evi temizlemeleri, yemek yapmaları gibi toplumsal rolleri öğretilmektedir.
b)
Kötü kalpli üvey anneye bile karşı gelmemektedir. Büyüklerinize –hele de anne babaya–, size kötü davransa da
baskı yapsa da karşı gelmeyin, dediklerini yapın. Aksi takdirde
cezalandırılırsınız, uygun davranırsanız, eziyet çekseniz bile günün birinde
mükâfatlandırılırsınız fikri aşılanmaktadır. Tıpkı ustasından senelerce eziyet
çeken bir çırağın, yıllar sonra ustasını ‘bana meslek kazandırdı’ diyerek
sitayişle anılması gibi.
c)
Külkedisi baloya gitse bile on ikiden önce evde olması gerekmektedir. Kızların
geç saatlere kadar dışarıda kalmaması gerektiği, belli bir saatten önce eve
dönmesi gerektiği yoksa her şeylerini, tüm güzelliklerini kaybedeceği anlatılmaktadır.
Burada geceyi dışarıda geçirmemeleri özellikle vurgulanarak; arabanın
balkabağına, seyisin sıçana, parlak kıyafetlerin çaputlara dönüşmesi
metaforunun altında kızlığın kaybedilmesi halinde her şeylerini kaybedecekleri
anlatılır.
d)
Külkedisinin prensle dans edip, yakınlaşmasına rağmen, daha ileri gitmemesi,
kendini gizlemesi, prensi peşinden sürüklemesi. Annelerin kızlara erkeklere
nasıl davranmaları gerektiği konusunda yazılmış bir manifesto gibidir. Erkekle
belli oranda yakınlaşsan bile fazla ileri gitme, kendini hemen açık etme, bırak
sırlarını merak etsin, mutlaka kaç, çünkü kaçan kovalanır.
e)
Masallarda toplulukların odağındaki dinsel güdülerin güçlü biçimde kullanıldığı
da unutulmamalıdır. Üvey annesi Külkedisini prensin adamlarından sakladığı
halde, ilahi güç sayesinde gerçek açığa çıkar ve genç kız prensle evlenir. Siz
üzerinize düşen yükümlülükleri yerine getirirseniz, çektiğiniz sıkıntıları bir
sınav olarak görürseniz, yaratıcı da sizi görür ve günün birinde mutluluğa
eriştirir, denilmektedir.
Sen ne düşünürsün bilmiyorum ama ben Rapunzel masalını klasik masallardan ayrı bir yere koyuyorum.
Orman, masallarda sıkça kullanılan bir sembol. Ormana girmek ve ormandan çıkmak
korkularla yüzleşmenin ve büyümenin hikâyesi. Bu bağlamda baktığımızda ormandan
kendi imkânlarıyla çıkamayan, prenses ve ailesi tarafından kurtarılmayı
bekleyen olgunlaşmamış, büyümemiş bir prens var. Rapunzel masalı bize ne söylüyor Fırat? Bu konuda neler söylemek
istersin?
Masalı prens açısından pek
düşünmemiştim aslında. Ama hem prens hem de Rapunzel açısından olgunlaşmanın gerçekleşmesi
durumunu yaşıyoruz şöyle ki:
Masalı çocuk psikolojisi
açısından inceleyen kimi pedagoglara göre; Rapunzel annesinin aşırı korumacı
sevgisinden bunalan ve özgürleşmek isteyen bir kızın hikâyesidir. Kule ‘yuva’
‘baba evi’ olarak, gerçek dünyanın tüm kötülüklerinden uzakta, korumacı ve
steril bir ortamdır. Rapunzel çocukken bu durumu kabullenirken, büyüdükçe
annesinin dizinin dibinde oturmaktan sıkılır, dışarıdaki hayatı ve dış dünyayı
merak etmeye başlar. Özgürleşmek, erişkinliğe adım atmak için de kendi
bedeninden –masalımızda saçından– yardım alır.
Rapunzel’in saçlarına önce
annesi (cadı) tırmanırken, daha sonra aynı saçlar prensin kuleye çıkmasına
yardımcı olmaktadır. Bu da çocuğun bilinçaltına aileyle olan ilişkisinin yerini
belli cinsel olgunluğa eriştikten sonra karşı cinsle ilişkinin alacağı mesajını
göndermektedir. “Rapunzel odasına bir
adamın girdiğini görünce önce çok korktu, o zamana kadar hiç erkek görmemişti.
Prens onunla dostça konuşmaya başlayarak onun şarkısını duyduğunu ve yüreğinin
bundan çok etkilendiğini, bu yüzden onu görmeden edemeyeceğini anlattı.
Rapunzel'in korkusu geçiverdi.” Burada erkeklere kızlara nasıl yaklaşması
gerektiği mesajı verildiği gibi, kızlar için erkekler belli bir olgunluğa
erişmeden sakınılacak nesneler olarak sunulmaktadır.
“Genç oğlan ona kendisini koca olarak kabul edip etmeyeceğini
sordu. Onun ne kadar genç ve yakışıklı olduğunu görünce, ‘O bana yaşlı cadı
Gotel’den daha iyi bakacaktır’ diye aklından geçirdi ve olumlu cevap verdi.
Elini onun elinin üzerine koyarak: “Seninle gelmeye razıyım. Ama buradan nasıl
çıkacağımı bilmiyorum. Bundan sonra her gelişinde bir yumak ipek iplik getir; ben
onu örerek bir merdiven yaparım. Tamamlandığı zaman onunla aşağı inerim, sen de
beni atına alıp götürürsün,” dedi”. Burada
kızların kendilerine iyi bakacak birini bulduklarında baba evlerinden ayrılarak
kendi evlerini kurmaları mesajı verilmektedir. Kaldı ki, bunun hemen bir anda
olmaması, emek gerektirmesi, yeni kurulacak yuva için gösterilmesi gereken
sabır ve çalışmayı anlatmaktadır. “Ve
şöyle kararlaştırdılar. Prens hep akşamları gelecekti, çünkü büyücü kadın hep
gündüzleri çıkageliyordu.” Erkek ve kadının geceleri görüşmelerinin
altındaki cinsel çağrışım açıkça ortadadır. (Kaldı ki masalın ilk hallerinde
Rapunzel prensle birlikte olmakta ve hamile kalmaktadır.)
Masalın sonunda annesinin
(cadının) sözünü dinlemeyen Rapunzel evden kovulur, çöllere düşer. Bu kısımda
anne babanın sözünün dinlenilmesi gerektiği, yoksa insanın başına kötü şeylerin
geleceği vurgusu yapılır.
Öte yandan Rapunzel senelerce
aç biilaç çöllerde süründükten sonra, kuleden düştükten sonra kör kalıp sefalet
çeken prensle karşılaşır ve gözyaşlarıyla prensin gözü açılır ve evlenerek
prensin ülkesinde ölene kadar mutlu bir hayat sürerler. Burada da büyümeye
giden yolda çeşitli acıların ve sıkıntıların olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca
prens ve Rapunzel olgunluğa erişmeden birlikte olamayacakları mesajı
verilmektedir.
Özetle bu masalın alt
metninde, kız ve erkek çocuklarına olgunlaşma serüvenleri sırasında karşılarına
çıkabilecek durumlar anlatılmaktadır. Son olarak bunu, cinsler arasında eşiklikçi
bir masal olarak kabul edebiliriz. Önce kadın kahramanı erkek kuleden
kurtarmakta –aslında tam da kurtaramamakta, kurtarmaya çalışmakta dememiz daha
doğru olacak– sonrasında ise gözyaşlarıyla kızımız Rapunzel derbeder biçimde
çöllerde gezen prensin gözlerini açmakta ve bunun neticesinde birlikte
mutluluğa ulaşmaktadırlar.
Sarah Gibb’in klasik masaldan
uyarladığı farklı bir
varyantta, cadı prensle Rapunzel’i yakalıyor; prensi büyüyle bir ormana
yolluyor, Rapunzel’inse saçını kesiyor, cadı gölgeler alemine gidiyor ve büyüyle yaptığı her şey kayboluyor. Etraf sık ağaçlı bir
ormana dönüyor. Rapunzel hayvanlarla konuşabildiği için, onların yardımıyla eski
ailesinin yanına dönüyor. Sonra kuşlar tekrar ormana gidip prensin yerini
buluyorlar ama prensle konuşamadıklarından geri dönüp Rapunzel’e haber veriyorlar.
Rapunzel ve ailesi prensi ormanda bulup kurtarıyor. Bir de böyle bir versiyonu var, onun için ne dersin?
Klasik masallar zaman içinde ve dilden dile dolaştığı farklı
topluluklar içinde toplumsal yapıdaki değişiklikle birlikte evrimleşmiştir. Öyle
ki masalları derleyen Grimm Kardeşler bile her yeni basımla birlikte masal
sayısını arttırırken, gelen tepkilere göre değişiklikler yapmışlar. Masalın
orijinalinde,
Rapunzel prensle baş başa kaldığında sadece
sohbet etmekle kalmayıp, birlikte de olmaktadır. Dünyadan bihaber büyüyen
Rapunzel, karnının büyümesini anlamlandıramaz, “Neden kıyafetlerim bana bu
kadar dar geliyor? Artık hiç biri olmuyor?” diye kendini sorgulamaya bile
girişir.
Bu
sebeple günümüzde yazılan bir uyarlamada, kızların ‘kurtarıcı beyaz atlı prens’
masalını yerle bir ederek, kendilerinin zor durumdaki prensi kurtarmaları
masalın canlılığının kanıtı bence. Ama az öncede söylediğim gibi, klasik masalda
bile, Rapunzel en az prens kadar hatta belki daha fazla kurtarıcı konumunda. Cadıdan
kurtulmak için sadece prense yaslanmıyor, birlikte hareket ederek, prensin
getirdiği ipliklerden merdiven örerek kurtulmayı planlıyor. Ayrıca cadıya
rağmen, prensle görüşüyor, yani kendi kararlarını verip, uygulayan bir genç
kızla karşılaşıyoruz.
Orman
dışarısını temsil ediyor, Rapunzel kendi bilgi ve becerisiyle ormandan
kurtularak erginleşiyor, oysa prens erginleşmeyi tamamlayamıyor ve dışarıdan
bir kurtarıcı sayesinde güvenli olan eve ulaşabiliyor.
Klasik
versiyonda cadının sonu belirsiz kalırken, adeta yaptığı kötülükler yanına kâr
kalırken; modern versiyonda cadının gölgeler âlemine giderek, yaptıklarının
cezasını çekmesi, çocuklara kötülüklerin cezasız kalmayacağı düşüncesini
aşılıyor.
Masalla
ilişiği ilkokul yıllarında kesilmiş, klasik bir kurmaca eserler okuruyken, üç
yıl önce tesadüfen bir masal söyleşisine gittim ve müdavimi oldum, çıktım.
Masalın böyle bir etkisi var. İnsanı yavaş yavaş içine çeken büyülü bir orman.
Ancak serde kurmaca okurluğu olduğundan, anlatının akışı içinde hiç bahsi geçmemiş,
ima dahi edilmemiş bir çatışmanın içinden “meğerse” diyerek çıkılması beni
rahatsız ediyor, dev analarına, ağzından ateş püskürten
ejderhalara inanıyorum da bu “meğerse” ile çözülen sorunlara inanmakta güçlük
çekiyorum. Bir kurmaca metin yazarı olarak ne diyorsun Fırat, bir meğer yeter
mi bütün düğümleri çözmeye?
Buluş o buluş… bir buçuk iki yıldır, epeyce okudum yazdım,
etkinlikler düzenledik konuştum falan. Masalların alt metnine, gizemine,
sırlarına vakıf olmaya çalıştım. Meğerse meselesine gelince, kimsenin
çocuklarına; bunun alt metnindekiler, onun için öğretici olacak diye düşünerek
masal okuduğunu sanmıyorum. Ama ortada toplum içinde sürekli tekrarlanan
durumların bir süre sonra farkında olmadan kafanıza yerleşmesi gibi bir durum
var: Geceleri tırnak kesilmez, şeytan tırnaklarını toplar, düşüncesinin altında
eskiden yetersiz ışıkta ilkel makaslarla bir yerlerin kesilmemesi için önlem
alma düşüncesi yatar. Makas / bıçak elden ele verilmez kavga çıkar, aslında
yaralanmayı önlemek için geliştirilen bir toplum pratiğidir vs vs. Benzer
biçimde de masallar vasıtasıyla, kız çocuklarına sürekli olarak ev işleri
yapmaları, anne babaya itaatkâr olmaları, kısmetlerini beklemeleri; erkek
çocuklarına büyüdükleri zaman evden ayrılarak rızıklarını aramaları, temiz süt
emmiş bir kızla evlenmeleri bilinçaltlarına sürekli olarak üflenir. Kendisini
kız ya da erkek kahramanla özdeşleştiren çocuk da ister istemez toplumun
yönlendirmesine uygun hareket eder. Mesela Almanya’nın birliğinin
oluşturmasında kültürel anlamda görev alan Grimm Kardeşlerin kimi masallarında
ciddi Yahudi düşmanlığı vardır, bu masalları okuyarak büyüyen Hitler’in de
yaptıkları ortadadır. Alt metin ve ana
fikrin yanı sıra masalın; cinsel, dinsel, ruhsal, tarihi vs. meğerseleri de var
ki, keyifli ve bilinç açıcı okumalara yol açıyor ama ilk anlatanların masalları
uydururken bunca şey düşündüğünden emin değilim. Keyifli detaylar üzerinde
çalışmak, okumak, dinlemek, insanın merakını kaşıyor, hoşuna gidiyor. Ben zorlama
anlamlar yüklemeden, bundan keyif almanın ve ufak tefek ilginç bilgiler
derlemenin peşindeyim. Yoksa bir meğerseyle bütün düğümleri çözmek bir yana
yeni düğümler bile atılmaktadır. Ben bu meğerselerin güzel yanının, okuyan ve
araştıranlar için o yeni düğümlerde gizli olduğunu düşünüyorum.
Masal,
bir öykücüyü nasıl besler?
Tüm okuduklarımız gibi masallar da yazarı besler. Masal dili,
bilinçli olarak hadım edilmiş bir dil olduğundan öykü ve roman için çok
elverişli değildir ama atmosferi en yetkin eserler üretebilecek kadar
büyülüdür. Latin Amerika’nın büyülü gerçekçi edebiyatı bir yönüyle masala
dayanmaktadır ve bence nefistir. Edebiyatta fantastik kurguya, büyülü
gerçekçiliğe, tarihsel anlatıya meyyalsek masalları bilmeden bunları yazabilmek
bence mümkün değil. Yazılır elbet ama masalları bilen biri kadar güzel
yazılamaz. Zaten, dinler tarihini, efsane ve mitleri, başat masalları bilmek
hem yazana hem de okuyana çok şey katar. Masalların atmosferini yazdıklarına
muhteşem biçimde yediren Gabriel Garcia Marquez, Ursula K. Le Guin, Murathan
Mungan, Burhan Sönmez… muhteşem eserler vermişlerdir. Bence eselerinin muhteşem
olmasının altında iyi edebiyatçı olmaları kadar masalları özümsemiş olmaları da
yatar. Ben de, günün birinde masalsı bir atmosferi olan, bir nehir roman
anlatabilmeyi çok isterim. Belki bir gün…
Bu
keyifli sohbet için teşekkür ederim J
Masallar üzerine konuştuğumuz için asıl ben teşekkür ederim
Tuğba. Yolu Kaf Dağı’nın ardına düşen herkese de selamlar sevgiler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder