3 Mayıs 2016 Salı

ÖYKÜCÜLERE SORDUM: 5


Ernest Hemingway, "... bazen bir öyküye başlayıp da tıkandığımda ateşin önüne oturur ve küçük portakalların kabuklarını ateşin ucuna doğru sıkıp yanarken çıkardıkları mavi alevleri izlerim. Ayağa kalkar, Paris'in çatıları üzerinden bakarak: 'Endişelenme. Nasıl her zaman yazdıysan şimdi de yazacaksın. Tek yapman gereken doğru bir cümle yazmak. Bildiğin en doğru cümleyi yaz,' diye düşünürüm," diyor. Yazarken tıkandığınızı hissettiğinizde bildiğiniz en doğru cümleyi hatırlamak için nelere başvurursunuz?

Ak kâğıdın karşısında ilk cümlemi düşünürken bir daha hiç yazamayacağım korkusuna kapılırım. Hasbelkader bir şeyler yazdığımda, yazdıklarımı hiç beğenmediğimde kutsal kitap gibi dönüp dönüp okuduğum metinlere sarılırım. Şiir okuduğum da olur, başka bir şey de. Örneğin Hulki Aktunç'un, İlhan Durusel'in öykülerini gelişigüzel, başı sonu olmadan okurum. Kafamda yazacağım her neyse kendine bir yol bulup baş verir usulca.

Aysun Kara

Üstüne düşmüyorum aslında. Öyküyü, cümleyi, sözcüğü düşünmek; portakal soymak, camdan bakmak, ne bileyim, kedi sevmek yazmaya dâhil değil midir? Tıkanmak bunun neresinde? Daha makul tabirler bulabiliriz. Örneğin durulmak. Durulduğumda ekseri açıp eski öykülerimi okurum. Sonra onları pek bir şeye benzetemem. Ama bu güzeldir. Çünkü kendini kandırmayı bırakmak, daha iyi olmak yolunda güçlü bir adım. Coşkuyla yazmanın zamanı var. Geldiğini duyarsınız zaten. Masaya bu içgörüyle geçmek gerekiyor sanırım.

Hakkı İnanç

Ben genellikle öyküleri kafamda senelerce gezdirdikten, tüm kurguyu kafamda oturttuktan ve öykünün o vurucu cümlesini bulduktan sonra yazmaya başladığım için çok fazla tıkanmam. Tıkandığımı hissedersem, iyi bir şey çıkaramazsam, zorlamam. Yanlış zamanda olduğumu düşünürüm ve doğru zaman gelip öykü kendini yazdırana (belki de yazdırmayana) kadar bırakırım.

Mehmet Fırat Pürselim

Ben yazarken tıkanmıyorum çünkü yazmaya zorlamıyorum kendimi. Öykü gelirse geliyor, geldiğinde de “tıkanmadan” yazıyorum. Tıkanmıyorum ama yazmayı özlediğim oluyor bazen. Çünkü öykü bazen dolaşmaya çıkmış oluyor, bana uğramayı unutuyor. Ben de yazmadığım zamanlarda, yani yazmayı beklerken, kardeşimle PES atıyorum, okuyorum, dizi izliyorum, işe gidiyorum, yemek yiyorum, sigara içiyorum, uyuyorum. Yani günlük hayhuya bırakıp kendimi, öykünün gelmesini bekliyorum. Beklediğimi unutarak bekliyorum. Sonra, er ya da geç, avcı boksörün bahsettiği “en doğru cümle” geliyor zaten. Kendiliğinden.

Onur Çalı

Yazarken tıkandığımı hissettiğimde öyküye ara verip yazdıklarımı tekrar yüksek sesle  okurum, bir yandan da meraklı kedimiz yanımdaysa ki çoğunlukla yanımdadır onun kafasını okşarım. Yazmış olduklarım demlenirken kalkar ben bir çay demlerim. Yine olmadı çok sevdiğim bir öyküyü veya şiiri yeniden yeniden okurum.

Suzan Bilgen Özgün

Yazarken "Tıkanma" doğal bir durum. Herkes yaşamıştır. Ben kendimi koşullandırmam. Tıkandığım an yazmayı bırakırım. Öyküyle inatlaşmaya gelmez. Doğru zamanı kendi belirler. Bu yüzden dikkatimi dağıtacak şeyler yaparım. Müzik dinlerim, ütü yaparım, çay demlerim vs. Araya zaman ve mesafe koyarım. Birkaç gün sonra şansımı yine denerim. Öykü izin verirse ya da yanlışımı görürsem ne mutlu.

Tunç Kurt

Tıkanıklığın da yazıya dâhil bir süreç olduğunu düşünürüm hep. Buna daha fazla okumanın iyi geldiğini tecrübe etmişimdir.

Türker Ayyıldız

Meraklıları için küçük bir not. Benim de bir cevabım var!
Yazdığım metnin bir yerine takılıp, içinden çıkamadığım durumlarda dosyayı kaydedip kapatıyorum. Kitap okuyorum, film izliyorum, müzik dinliyorum, Pati'nin kumunu temizliyorum, yürüyorum, arkadaşlarımla buluşuyorum, yazdıklarımı unutacak kadar metinden uzaklaşıyorum. Ve gün geliyor, beni heyecanlandıran, özgürleştiren bir yazara, metne rastlıyorum. İçimde yeniden yazma isteği uyanıyor. Kaldığım yerden tazelenmiş bir şekilde devam ediyorum. Sonuç her zaman içime siniyor mu? Elbette hayır! Bu durumda yazdığım metni, bir tür yazı egzersizi olarak görüyor ve onunla vedalaşıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder