Arama motorlarına bir kitap ya da film adı yazdığımda en samimi, sansürsüz, dolayısıyla en güvenilir yazıları kişisel bloglarda buluyorum. Heyecan da veriyor bu buluşmalar. Bir kelimeyi anahtar gibi elime tutuşturuveriyor blog yazarı. Elimde sıkı sıkı tuttuğum anahtar, bir merhaba, hoşça kal demeden yeni sayfalara savruluyorum. Kendim de 2,5 yıldır blogger olduğum halde çoğu zaman bana keyif veren yazılara dâhi yorum yazmıyorum, teşekkürü esirgediğimden değil de, blog adabı nedir bilmediğimden, ya da Necatigil'in dediği gibi, geniş zamanlar umduğumdan, sevgileri dar vakitlere sığdırmak istemediğimden.
Benim aksime, durakladığı, okuma molası verdiği bloglara bir merhabayı eksik etmeyen okurlar da var, Konserve Ruhlar gibi. Bu vesileyle tanıdığım ve bloğunu, sosyal medyada edebiyat üzerine paylaştıklarını takip etmeye başladığım Konserve Ruhlar ile okumak yazmak ve Ruanda'da yaşam üzerine sohbet ettik.
Elbette çok sevindim. Onca emek verdiğim bloğumun okunması beni mutlu ediyor. Ruha iyi geldiğini düşündüğüm her şeyden, okumayı seven herkes haberdar olsun diye yazıyorum o notları. Bazen bir blogdaki kısa bir yazı bile hayatınızda güzel bir kapı açabiliyor. Yeni bir yazar, bir kitap, izlediğinizde size iyi gelen bir film, dinlediğinizde huzur veren bir şarkı ile tanışıveriyorsunuz. Sonra siz de o güzelliği alıp paylaşıyor, daha çok insanın iyi hissetmesini sağlıyorsunuz. İşte böylece anlık da olsa mutlu ruhlar yaratıyorsunuz.
Konserve Ruhlar ve Öykü Günlükleri adlı
bloglarda, GoodReads adlı web sitesinde yazıyorsun ancak iyi okurluğu yazmaktan
daha çok önemsediğini düşünüyorum. İyi okur olma yolculuğu nasıl başladı, devam
ediyor?
Çok
klasik bir cevap olacak ama her şey babamın kitaplığına olan merakım ile
başladı. Bugün hâlâ sevdiğim, ilgiyle okuduğum yazarları onun sayesinde
tanıdım. İlk gençlik ve çocukluk yıllarımda daha çok babamın önerdiği ve
kitaplığımızda bulunan yazarları okudum. Sonrasında keyifli bir kütüphane
yolculuğu başladı. Okudukça kitaplar, yazarlar ve onları basan yayınevleri
arasındaki farkları keşfetmeye başladım. Bu zamanla seçiciliğe dönüştü. Okumak
her zaman önceliğim oldu. Çoğu zaman sınavlarımdan, yapılmayı bekleyen
ödevlerimden, hatta uykumdan bile. "İyi okur muyum" bunu söyleyebilmem için belki daha çok yolum var.
Ama artık yılların ve onca okunmuş kitabın ardından "evet çok okurum" diyebilirim. Türk ve dünya edebiyatında
ilgiyle takip ettiğim yazarlar var. Ne yazarsa okurum dediğim isimler henüz az.
Daha keşfedilecek çok isim var diye düşünüyorum. Ömrüm buna yetmeyecek diye
üzülüyorum. Enis Batur ne güzel dile getirmiş. “İyi bir okur haftada bir
kitap okur bu, yılda elli kitap eder. Ortalama olarak okuma süresinin elli yıl
olduğunu dikkate alırsa iki bin beş yüz kadar kitap okuyabiliriz. Bu durumda da
bizi sarıp sarmalayacak, etkileyecek, besleyecek kitaplar okumanın faydalı
olduğuna inanıyorum. Öfke duyduğumuz, asit salgıladığımız kitapların
okunmasının vakit kaybı olduğu düşüncesindeyim.” Bu çok net bir gerçek. Zaman zaman
aklıma gelir ve hep bir şeyler eksik kalacakmış gibi hissederim. Ama yine de
hâlâ ve inatla hiçbir kitabı yarım bırakmam, bırakamam. Belki de artık bu
konuda bir şeyler yapmamın zamanı gelmiştir.
Geçtiğimiz günlerde İsahag Uygar
Eskiciyan'ın "severek takip ettiğim okurlar, her biri kitap eki gibi"
diye andığı okurlar arasındasın. Neler hissettin?
Elbette çok sevindim. Onca emek verdiğim bloğumun okunması beni mutlu ediyor. Ruha iyi geldiğini düşündüğüm her şeyden, okumayı seven herkes haberdar olsun diye yazıyorum o notları. Bazen bir blogdaki kısa bir yazı bile hayatınızda güzel bir kapı açabiliyor. Yeni bir yazar, bir kitap, izlediğinizde size iyi gelen bir film, dinlediğinizde huzur veren bir şarkı ile tanışıveriyorsunuz. Sonra siz de o güzelliği alıp paylaşıyor, daha çok insanın iyi hissetmesini sağlıyorsunuz. İşte böylece anlık da olsa mutlu ruhlar yaratıyorsunuz.
Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor olmana
rağmen Çağdaş Türk Edebiyatı'nı yakından takip ediyorsun. Mesafe sorununu nasıl
aşıyorsun? Güncel kitapları nasıl temin ediyorsun?
Sosyal medya platformları, takip ettiğim yazar çizerlerin blogları bu
konuda büyük yardımcım. Ve de elbette edebiyat sever dostlarımın önerileri,
paylaşımları etkili oluyor. Dikkatimi çeken her kitabı ve yazarı not alıyorum.
Hakkında blog ve kitap eki yazılarını okuyorum. Türkiye’ye geldiğimde yapmış
olduğum bu listeden ayrı bir öncelikliler listesi çıkarıp onları alıyorum.
Elbette bu iş zor. Çünkü insan hepsini almak istiyor. Ama herkesin bildiği gibi
kitaplar bavullarda oldukça yer kaplıyor ve taşımak zor. Onca yıl kendi
valizimde yer kalmadığı zamanlarda gizli gizli eşimin kıyafetlerinin altına
sakladım kitapları. Valizlerin neden bu kadar ağır olduğuna anlam veremiyordu J Sonra hatırı sayılır bir kitaplığım
oldu Ruanda’da. O zaman anlaşıldı durum J
Bir de oğlun var. Rüzgar kitaplarla
ilişki kurmaya başladı mı?
Rüzgar doğduğundan beri kitaplarla büyüyor. Sayfalarını çevirmeyi çok
küçükken öğrendi. Ona bol resimli kitaplar alıyorum. Hikâyeler uydurup
anlatıyorum. Daha birkaç aylıkken ona ninni yerine içinde onun da bir kahraman
olduğu hikâyeler anlatıyordum. Şimdilik seviyor gibi kitapları. Oyuncaklarının
yanından alıp babasına ya da bana getiriyor istediği kitabı, sonra da kucağımıza
oturup bekliyor okuyalım diye. Umarım bu ilgisi devam eder. Okumayı çok seven
bir anne için okuyan bir çocuk müthiş
bir hediye olur.
Bloğunda "Neden Konserve
Ruhlar?" sorusuna yanıtın "Otobanlar, kırmızı ışıklar,
asansörler, bankamatikler, otobüsler, anlamsız kuyruklar, çalar saatler,
mesajlar, çağrılar, marketler, faturalar, naylon poşetler, çok katlı
apartmanlar, mağazalar, duraklar... İnsanın yarattığı tüm bu kaosun içinden
çığlık atan bir ruh..." diye başlıyor. İnsan eliyle yaratılmış bir keşmekeşten
uzaklaşıp doğanın kalbine, Ruanda'ya yerleştin. Kolay alınmış bir karar mıydı?
Sana neler kattı, neler götürdü?
Aslında karar Ruanda için alınmadı. Eşimin işi nedeniyle bizim tercihimize
sunulmadan dünyanın herhangi bir köşesine gönderilme durumumuz vardı. Ona bu
konuda çok destek oldum. Seninle dünyanın her yerine gelirim, dedim. O dönem bir
havayolu şirketinde stresli ve yoğun bir ortamda çalışıyor, günde yaklaşık üç
saatimi İstanbul trafiğinde geçiriyordum. Eve geldiğimde içim bomboş oluyordu.
Ne okumak, ne dinlemek, ne de bir şey yapmak geliyordu içimden. Ben Egeliyim.
Çocukluğum küçük mahallelerde sokaklarda özgürce oynayarak geçti. Okula,
çarşıya, pazara her yere yürürdük. Balkonlu bahçeli evlerde büyüdük. Annemiz
dolma yapacaksa bahçeden nane maydanoz toplardık. Dondurmacı düdüğünü
öttürdüğünde sokağa fırlardık. Üniversite yıllarım Akdeniz’de geçti. Hâlâ bir
gün Akdeniz’e yerleşme hayalleri kuruyoruz eşimle. Böyle yeşilli mavili bir
coğrafyadan İstanbul’a gelince ortama ve yaşam şartlarına uzun yıllar alışamadım.
Metrobüse ilk bindiğimde ağlamış biriyim ben J Hâl böyle olunca İstanbul’dan gideyim
de neresi olursa olursun, dedim. Şansımıza harika bir Afrika ülkesi çıktı;
Ruanda. Elbette ilk duyduğumuzda Google
bize hemen kafataslarını, yıllar önce yaşanan katliamdan geri kalanları
gösterdi. Oraya gideceğimizi duyanlar
Afrika’yı sadece çölden ibaret sandıkları için bize acır gibi baktılar.
Oysa ben hiç öyle düşünmüyordum. Ve geldiğimizde tam da Konserve Ruhlar’a
göre bir ülke olduğunu gördüm. Her yer yeşil burada. Ruanda için bin tepeli
ülke diyorlar. Yüksek tepelerden oluşuyor. Hava tertemiz. Kuş sesleri ile
uyanıyoruz her sabah. Afrika beni
zenginleştirdi. Bol bol okudum. Yazdım. Bahçeli bir evimiz var. Türkiye’den
tohumlar getirdim. Börülce (elbette bir Egeli için olmazsa olmazlardan), roka,
maydanoz, dereotu, domates, semizotu, yeşil soğan ektim. Toprak çok bereketli. Emeğinin karşılığını fazlasıyla alıyorsun.
İnsanlar güler yüzlü. İklim hep bahar. Yağmurlu sezonu ayrı bir güzel. Sayfalarca
anlatabilirim buradaki yaşamın güzelliğini. Elbette zor yanları da var. Çok
fakir bir ülke. İnsanların evinde hâlâ elektrik su yok. Sıtma yüzünden ölümler
yaşanıyor. Biz de geçirdik bu hastalığı. Üstelik eşimle aynı anda. Çok şükür
minik bebeğimize bir şey olmadı. Bir haftada toparladık kendimizi. Güçlü
ilaçları var hastalık için. Halkın çoğu ilaç yardımı alamıyor, ölümler bu
yüzden yaşanıyor. Benden götürdüğü hiçbir şey yok Ruanda’nın. Sadece
sivrisineklere başka bir gözle bakıyorum artık J Oysa bana katkıları çok oldu
Afrika’nın. Daha olumlu, daha mutlu bir insan oldum.
Uzun yıllar İstanbul'da yaşamış, şehrin kültür-sanat hayatını yakından takip etmeyi seven bir kadın
Ruanda'da en çok neyi özler?
Kitapçıları elbette J Birkaç arkadaşla buluşup en sevdiğimiz
kafede kahve içip sohbet etmeyi özlüyorum. Sosyal medyada en sevdiğim yazarın
yakın zamanda gerçekleşecek söyleşisine gidememek de canımı sıkıyor. Ama bunlar
için gelecekte bol bol vakit bulacağıma inanıyorum. O yüzden aslına bakarsan
çok da üzülmüyorum.
Son soru (kişisel merak)
Kurmacabiyografileri nasıl keşfettin? J
Severek takip ettiğim blog yazarlarının paylaşımlarında
rastladım Kurmacabiyografiler’e. Yanlış hatırlamıyorsam Füsun Çetinel
aracılığıyla oldu. İyi ki de oldu J Güzel bir dost edindim
kendime.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder