İlhan Berk "Anlam ve Anlamı Aşmak" başlıklı
yazısında, "Anlamı aşmak, her iyi şiirin neredeyse asıl sorunu olmuştur.
Bu da disiplinler zincirini kırmakla başlar," diyor. Buradan yola çıkarak
soruyorum. Anlamı aşmak iyi öykünün de meselesi midir? Anlamı sarsıntıya
uğratan, anlamı aşma konusunda size cesaret ve ilham veren, sizi özgürleştiren
yazar/şair/metinleriniz hangileridir?
Öykünün sınırlarını zorlayarak anlamı aşmaya çalışmak
heyecan verici. Öte yandan öyküde anlam tutarlılığı gözetmek neredeyse
zorunluluk. Bıçak sırtı bir durum yani. Yine de İlhan Berk'e bütün kalbimle
katılıyorum. Evet, anlamı aşmaya çalışmak iyi öykünün de meselesi olmalı. Olmalı
ki özünde hep aynı olan meseleleri sonsuz faklı biçimde anlatabilelim. Öykü
bugün yalnızca klasik anlamda hikaye anlatmakla sınırlı değilse bu, anlamı
sarsıntıya uğratmayı göze alabilen yazarların sayesindedir. Leyla Erbil, Sevim
Burak, Bilge Karasu, Hulki Aktunç, İlhan Durusel gibi yazarların metinleri bana
her okuyuşumda bu anlamda esin verir.
Aysun Kara
Tabii ki bu edebiyatın amacı değil midir
zaten. Metnin düz anlamının arkasına onu aşan alt ve üst anlamlar
yükleyebilmek. Doğrudan bir okumayla bile zevk alınabilecek metnin alt okumalarında
bambaşka dünyalara kapılar açmak, edebiyat için yaşayan hemen her yazarın
arzusudur. Fakat bunu layığıyla yapanlar oldukça azdır, Ferit Edgü, Latife
Tekin, Kafka, Marquez'in beni özgürleştirdiğini söyleyebilirim. Metin olarak da
bu disiplinin üç klasiğini anayım: Hayvan Çiftliği, 1984, Fahrenheit 451.
Mehmet Fırat Pürselim
Öykü yapısı gereği anlam katmanlarından oluşur. Onun
için tek bir anlamdan söz etmek günümüz öykücülük anlayışına ters düşer.
Anlamın göreceliği kavramıyla açıklayabiliriz bu durumu. Bir metnin ne kadar
okuru varsa o kadar anlama sahip olabilir. Anlamı aşmak ifadesi, bende ‘mutlak,
tek anlam’ algısı yarattı. Oysa ki yazarın metinde yaratmak istediği anlam ile
okurun metinde alımladığı anlam tamamen farklı olabilir; her okur farklı
anlamlarla metnin içinde dolaşabilir. Bir öykü metninde anlam katmanı
oluşturabilmek; yazarın entelektüel birikimi, okuma kültürü, az da olsa sanatçı
dehası ile açıklanabildiği gibi okurdan da aynı oranda birikim, okuma ve metin
üzerinde -farklı disiplinlerin yardımıyla- kafa yorma isteyebilir. Umberto
Eco’nun tabiriyle söyleyelim; “Tek anlamlı bir şey belirtme iddiasında olan
herhangi bir metin, başarılı olamamış bir evrendir.” Bahsettiğim anlamda;
katmanlı, derinlikli bir metin oluşturan, anlamı değil okuru (nitelikli
olanları dahil) sarsıntıya uğratan başarılı yazarlardan ilk aklıma gelenleri
sıralayacak olursam; Vüsat O. Bener, Bilge Karasu, Memet Baydur, Oğuz Atay’dır.
Edebiyat dünyası biraz da onların yüzü suyu hürmetine dönüyor.
Murat Darılmaz
Şiir, öykü ya da roman
gibi standart dile dahil değildir; bir meta-language'dir
(üst-dil). İlhan Berk'teki "anlamsızlık" için de, bir meta-anlamdır
denebilir. Şiirin us'la işinin olmadığını söyler. Ona göre, akıl dışıdır şiir.
Ekleme yapalım: Şiir, tüm "ilkel" sanatlar gibi insanın kolektif
bilinçdışını kurcalar. Sözcüklerin
çağrışım gücünden, seslerinden, ritmden faydalanarak kurar yapısını. Bunun için
anlama sırtını dönebilir (anlamı aşmanın ilk koşulu). Peki ya
öykü? Öykü/hikaye bunu yapabilir mi,
yani anlamı aşabilir mi? Bana sorarsanız, öykü kendini tahkiye'den, gevezece
anlatma geleneğinden, anlatma illetinden kurtarmadıkça bu pek mümkün
görünmüyor. Bu da yetmez; tekinsiz kızkardeşiyle (şiirle) de çok sıkıfıkı
olmamalı, seviyeli bir birliktelik tutturmalıdır. İşte o zaman öykünün kendi
yolunu/yerini bulma ihtimali doğabilir.
Ezcümle: Öykünün önünde, kendini kaptırmaması gereken
iki yol uzanıyor: Şiir ve Anlatı. Öykü, belki de bu iki yolu birbirine katıp
bir üçüncü yol yaratma çabasıdır, kimbilir.
Bu çerçevede, yol
gösterici bulduğum yazarlar var. Birinin adını anayım, saygıyla: Orhan Duru
Onur Çalı
Disiplinler zincirini kırmak ve anlamı aşmak her sanat dalının
meselelerinden biridir, diye düşünüyorum. İyi bir öykü anlatmaktan çok
sezdirir, denmesinin nedenlerinden biri de budur. Öykü katmanlı bir dille,
metindeki boşluklarla, hissettirdiği atmosferle okurda merak duygusunu ve soru sorma
isteğini uyandırır. Önemli olan kapalı ve anlamsız gibi görünen bir metnin, her
okurda kendi anlamını yaratarak hatta aynı okurun farklı okumalarında farklı
anlamlar sezdirerek, anlamını aşabilmesidir. Bu bağlamda beni etkileyen
yazar ve şairlerden ilk aklıma gelenler Leyla Erbil, Aslı Erdoğan,
Bilge Karasu, Turgut Uyar, Edip Cansever, F.Kafka, J.D.Salinger, J.Cortazar, T.
Robbins, C.Baudelaire
Suzan Bilgen Özgün
Anlam kesinlikle aşılmalıdır! Düzyazıda bile çünkü o yazarın ayak bağıdır. Havalanmadan, uçmadan iyi edebiyat elbette yaratılır ama taze bir dil bulmak için dilin sınırlarına gidilmesi gerekir. Dilin sınırları uçurum demektir ve uçurumdan atlamak şarttır. Bunda ise öykücünün işi şairinkinden zordur çünkü şair kanatsız uçar. Öykücü düzyazıcının uçuşu kanatlıdır ve kanatlar hep ağır çeker. Öykücü ve okur, süzülmek ya da çakılmak ikileminden, Sait Faik, Bilge Karası, Sevim Burak, Tomris Uyar, Hür Yumer, Gonçalo Tavares, Shaun Tan, Slawomir Mrozek, Witold Gombrowicz, Eduardo Galeano, Calvino, Canetti, Kafka, Cortazar, Fuentes ve elbette HEP ŞİİR okuyarak kurtulabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder