20 Kasım 2016 Pazar

Mehmet Fırat Pürselim ile Söyleşi



Mehmet Fırat Pürselim iki yeni kitaplar okur karşısında. Akılsız Sokrates (Alakarga Yayınları/öykü) ve Kumsalda korku hikâyeleri (Rodinya Kitap/gençlik korku) 
Pürselim ile Türk dünyasının korku mitlerinden beslenen gençlik korku kitabı Kumsalda korku hikâyeleri üzerine konuştuk. 


Fırat, Kumsalda korku hikâyeleri Rodinya Kitap’tan yayımlandı ve fuarda okurlarla buluştu. Tebrik ederim. İlk tepkiler nasıl?
Çok teşekkürler Tuğba. Kitap çok yeni o yüzden ben de merakla tepkileri bekliyorum. Sınırlı sayıda olmakla birlikte, çeşitli yaşlardan okurun korktuğuna dair geri dönüşler aldım. Sonunun çok çarpıcı olduğunu, Kumsalda’yı merakla ve bir solukta okuduklarını söylediler. Ha bu arada kapağı çok beğenildi. Bu vesileyle kapak ve iç resimlerimizi çizen Selma Akaltun’a da teşekkür ve sevgilerimi gönderiyorum. Kitabı ilk okuyanlardan biri de sensin, sen nasıl buldun? (Röportajda çığır açtım, sanırım. J) 

Türk dünyası, korkunun mitleri bakımından zengin olmasına karşın, iş yazılı edebiyata geldiğinde türün az sayıda, çocuk ve gençlik alt kategorisinde ise daha da az sayıda örneği olduğunu görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsun?
Az olduğunu biliyordum ama bu kadar da zannetmiyordum. Kitap çıktıktan sonra tasnif edildiği fantastik/korku türünde ürün veren oldukça az sayıda yerli yazarın bulunduğunu hayretle gördüm. Haklısının bizde korku mit ve hikayeleri yaygındır ve evde, kahve, kumsalda (J) sıklıkla anlatılır. Anlatırken bu denli sık olan bir şeyin yazarken seyrek olması yazıyla uzak ilişkimizden kaynaklandığı kadar, bu türün edebiyatın içinde sayılmamasından da -hele de gençlik alt kategorisinin tavuğun suyunun suyu gibi görülmesinden- kaynaklanabilir. 90’ların sonlarından itibaren tercüme eserleri ilk okumaya başladığımızda yazıldığı dünya için bilindik kavramlar olan ama bizim çözmekte zorlandığımız pek çok karakter ve kavramla karşılaştık: Elfler, cüceler, druidler, Sabbatht ayinleri vs. Bunları yerine oturtana kadar canımız çıktı. Ben de daha bizden Türk ve İslam mit ve kaynaklarından beslenen hikâyeler anlatmak istedim.

Kitapta yer alan öyküler, sözlü halk geleneğine ait efsanelerden el alıyor. Kısa anlatılar, uzun tasvirlere yer yok, daima şahitlikle açılıyor. Türk Dünyasının Mit, Masal ve Efsanelerinin senin yaşamında ve yazın hayatında önemi nedir? 
Öyküler aslında her birine masalcı da diyebileceğimiz kahramanlar tarafından anlatılıyor. Tıpkı geçmiş zaman saz aşıkları, destancıları ya da dengbejleri gibi. Halk edebiyatı geleneğinden gelenler kadar modern öyküler de var. Ama özellikle öykü içinde öykü olarak adlandırabileceklerimiz tam da söylediğin biçimde kısa anlatılar, az tasvirlerle olaya odaklanmış, geleneğe sırtını dayayan metinler, çok sevdiğim masalcılara selam gönderme niteliğinde.
Masal ve mitlerin, okuduklarımda ve yazdıklarımda ne kadar önemli yerleri olduğunu, -benim gibi bir masal aşığı olan sen de- çok iyi biliyorsun. Bu konuda birlikte çalışmalar da yaptık. Sadece Türk Dünyası değil, tüm dünya masal ve mitlerine karşı ilgim var. Bu konularda yoğun okumalar yaptığım gibi Avrupa masallarıyla Anadolu masallarını karşılaştırıp kaynaştıran bir araştırma yapıyorum. Binlerce sayfa okudum, yüzlerce sayfa yazdım; deli bir iş araya başka projeler de giriyor ama günün birinde tamamlayacağıma inanıyorum. Dünya üzerinde yazılmış pek çok büyük romanın özünde masal ve mite dayandığını, bu kaynaklara inmeden değil edebiyatı hayatı anlamamızın bile zor olduğunu düşünüyorum. Masalsı edebi metinlerimiz özellikle de öykülerimiz oldukça sınırlı. Oysa büyülü dünyaları var. Son dönemde senin ve sevgili Berna Durmaz’ın kimi öykülerinde bunu nefis biçimde becerdiğinizi görüyorum. Ellerinize sağlık. Sizin yaptığınız öyküyle masalı birleştirmekti, ben de bu kitaptaki kimi öykülerde korkuyla masalı / miti birleştirmeye çalıştım.
Kitapta, 1001 Gece Masalları’nda olduğu gibi çerçeve öyküler var. Kitabın kahramanlarından biri ve anlatıcı olan Tufan, bir yaz gecesi kumsalda, ateşin başında tanıştığı arkadaşlarının hikâyelerini bize aktarıyor aynı zamanda öyküler arasında bir köprü vazifesi görüyor. Bu anlatım tekniğinin, genç okurun zihninde kısa süreli de olsa kafa karışıklığı yaratabileceğini düşündün mü?
Çatı hikâye ve onun altında sıralanan hikayeler ve hatta kimi hikayelerin içinde de alt hikayeler var. Bu 1001 Gece Masalları’nda, Decameron’da kullanılan teknikle benzer. Salt bağsız hikâyeler anlatmak istemedim, bunları bir çatının altında toplayarak, tıpkı Şehrazat gibi hem ilgiyi canlı tutmaya çalıştım hem de okura iki hikâye arasında soluklanma şansı tanıdım. Belki bu tarza yabancı olan okur için bir kafa karışıklığı yaratabilir ama çatı hikâyenin de boşuna olmadığını ve onun da aslında sırlar barındırdığı fark etmeye başladığında bence taşlar yerine oturacaktır. Romanın sonunda, okurun “Vay be!” diyerek hınzır bir gülümseyişle birlikte aydınlanma yaşamasını isterim.    
Şehrazat bu öyküleri hayatta kalmak için anlatıyordu. Tufan neden anlatıyor?
Tufan… Tufan… Zor olacak ama sonunu söylemeden, cevap vermeye çalışacağım. J Görüntü silinip de ses duyulmaya başlandığında en karizmatik kişi en iyi hikâye anlatandır. İnsanlar kendilerine en iyi yalanı söyleyeni başlarına yönetici yaparlar en yakışıklı olanı değil. Kadim zaman şifacıları, kahinleri, bilgeleri en iyi hikâye anlatanlar olurdu. Hepimiz başımızdan şöyle havalı, insanların ilgisini çekecek bir macera geçmesini isteriz. Hele de 18 yaşındaysak, kumsalda ateşin başında toplanmışsak, hoşlandığımız birilerinin ilgisini çekmeye çalışıyorsak, herkes dehşetli hikâyeler anlatıyorsa, bizimse anlatacak ilginç bir şeyimiz yoksa kendimizi çok soluk hissederiz. En soluk resim Tufan bize hikayeleri anlattıkça renkleniyor, kitabın sonuna geldiğimizde rengarenk bir kişiliğe bürünüyor. ‘Kanlı canlı’ derler hani öyle gözüküyor diyebilir miyiz?... Neyse neyse daha fazla anlatmayacağım.     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder