Üst not: Tavşan Deliğinde Fiesta
yazısını hazırlarken, Granta'da Juan Pablo Villalobos ile roman hakkında
yapılan bir söyleşiye denk gelmiş ve bazı alıntılar yapmıştım. Sitede
gezinirken "Best Untranslated Writers" diye bir bölüm olduğunu gördüm.
Yazarlar, kendi dillerinde yazan, başka dillere çevrilmemiş yazarları
anlatıyor. İşte onlardan biri: Juan Pablo Villalobos'un kaleminden
Meksikalı yazar Mario Levrero.
Canım
arkadaşım İlknur Urkun Kelso, yerinde dokunuşlarıyla kırık dökük
çevirime kıvraklık ve estetik kattı. En içten teşekkürlerimle...
Mario Levrero ile ilk kez ne zaman
karşılaştığımdan emin değilim. Muhtemelen 90'lardaydı, 21. yüzyılın ilk yılları
da olabilir. Levrero 1940'da doğdu ve ürünlerini 1968'de yayımlatmaya başladı.
İşleri, romanlardan (çoğu kısa), hikâyelerden ve anı, günlük, deneme ve yazım sürecine dair fikirlerini kurguyla
birleştirdiği bir dizi hibrit kitaptan oluşuyor.
Levrero'yu hiç okumadan önce de, isminin zihnimde
özel bir yeri vardı: Onun 'farklı' bir yazar olduğunu,
sınıflandırılamadığını, sınırsız bir hayal gücüyle İspanyolca dilinde en çok
merak uyandıran, en düşündürücü işlerden bazılarını yarattığını biliyordum.
Ayrıca onun kitaplarını bulmanın çok zor olduğunu da biliyordum (bu noktada,
onu hâlâ okumamış olmamın sebebi de buydu) ve onun da diğer sevdiğim yazarlar
gibi (Felisberto Hernandez, Juan Carlos Onetti, Marosa di Giorgio) o küçük ülkeden,
Uruguay’dan olduğunu biliyordum.
Derken bir gün, kitaplarından biri nihayet
ellerimdeydi. Bu, Nick Carter se divierte mientras el lector es asesinado y
yo agonizo (Nick Carter amuses himself while the reader is murdered and
I expire)
adında kısa bir romandı. Romanı aldım ve huşu içinde tek oturumda bitirdim. Okumam için pek de geçerli bir sebep yoktu ama başlık
yeterliydi. Nick Carter, kalesi ve diğer her şeyiyle tam bir İngiliz aristokrat
tarafından tutulmuş bir dedektifti. Asistanı bir çantanın içinde
yaşıyor ve hayatını küçük kâğıt parçaları katlayarak geçiriyordu. Hikâyede deniz
canavarları ve Nick Carter'ın kaçmayı bir türlü başaramadığı nemfoman bir
sekreter vardı. Daha ne isteyebilirdim?
Daha sonra hemen Dejen todo en mis manos (Leave
everything in my hands) okudum ve iyice delisi oldum. Kahraman, parasızlık yüzünden çaresiz kalıp, yayınevine
gönderilen ve üzerinde adres olmayan, harika bir taslağın izini sürmek için
Uruguay'ın küçük bir kasabasına gitmeyi kabul
eden bir yazardı. Bu da neşeli ve komik bir dedektif hikâyesiydi ve bu da bol
bol seks içeriyordu (yazar bir fahişeye âşık oluyordu).
Muhtemelen Levrero'nun en tanınmış ve pek
çoklarının şaheser olarak gördüğü kitabı La novela luminosa (The
luminous novel ) idir. La novela luminosa Levrero'nun yeni bir kitap yazması için
Guggenheim Bursu kazandığı dönemde yazılmış fakat burslu kitabı yazılmamıştır. Birbiriyle alakasız pek çok konuda düşüncelerini
döktüğü burs günlüğü bunun kanıtıdır: bilgisayarına olan düşkünlüğü, gececi
davranışları, penceresinden gözlemlediği güvercinlerin hareketleri, takıntı
haline gelmiş detektif romanları okumaları, kadınlarla ilişkileri, parapsikoloji
hakkındaki ilginç fikirleri (bu romanlarında tekrarlayan bir temadır) ve
benzeri. Levrero Latin Amerika edebiyatının kurallarına karşı mücadele
eden bir yazardır. Eğer edebi geleneğimizi bütün olarak anlamak istiyorsanız onu muhakkak okumalısınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder