24 Kasım 2016 Perşembe

ÖYKÜCÜLERE SORDUM:10

"Eserin ilk hâli bok gibidir" demiş Ernest Hemingway.
İlk taslak ortaya çıktıktan sonra, yazarını bekleyen zor görevdir, yeniden yazmak, bozmak, kulağı tırmalayan, fazladan anlatılmış, gereksiz ayrıntıları silmek, beklemek, metne defalarca yeniden dönmek.... Hiç bitmeyecek gibi görünen yeniden yazma süreci sizin için ne zaman biter? Dergilerde yayımlanan öykülerinizi kitaba alırken ya da kitapların sonraki baskılarında herhangi bir değişiklik yapar mısınız? Bu konuda neler düşünüyorsunuz?


Yazdıklarımda değişiklik yapma isteği benim için belalı bir takıntıdır. İster artık tamamlandığını düşünüp bir dosyaya attığım öyküler olsun, ister yayımlansın her okuyuşumda bir aksaklık, hoşuma gitmeyen bir yan bulurum yazdıklarımda. Daha iyisini yapabilirdim duygusu kemirir içimi.  Bu yüzden öykülerimi yayımlandıktan, kitaba girdikten sonra okumaya korkarım. Korka korka okurum yine de.
Aysun Kara


Bir öyküyü bitirdiğim ilk an, müthiş bir eser ortaya koymuşum gibi hissederim kendimi. Rahatlama, mutluluk, başarmanın gururu gibi duygular içimden gelip geçer. Birkaç gün sonra geri dönüp baktığımda aynı Hemingway’in güzel tanımı gibi düşünürüm. “Bu ne lan? Sen ne yazdığını sanıyorsun? Buna öykü mü diyorsun?” gibi sözlerle kendimi sigaya çekerim. Dönüp dönüp düzeltirim en sonunda ne ilk ne de ikinci ruh halini hissederim, sadece öykünün tamamlandığını hissederim.

Dönüp dönüp bakmalar, kendini kaptırırsan hiç bitmez çünkü mükemmel metin yoktur. İçime sindiği zaman biter diyeyim. Bu bazen oldukça kısa sürede olur bazen de yıllar sürer. Dergilerde yayınlanan öykünün günahı olmaz diye düşünürüm, yani günahı olsa da Allah affeder. (Okur affetmez o ayrı… J) Bir öyküyü kitaba alırken ya da kitabın sonraki baskılarında öze ilişkin radikal değişiklik yapmayı, kendi adıma uygun bulmuyorum. Ama imla ve anlatımda ufak tefek değişikliklerle mükemmel olmasa da en iyisine ulaşmaya çabalarım.  
Mehmet Fırat Pürselim

Aslında önemli olan eserin son halinin bok gibi olmaması.

“Daktilonun (bilgisayarın/kağıt-kalemin) çağrısına hayır demeyi bilmedikleri için kendini dahi zanneden insan sayısı çok,” diyor aynı zamanda Hemingway.

Günümüzde bakıyoruz hâlâ ilk hâl gibi duran öyküler, kitaplar var. Yazarın vazgeçemediği sözcükler, cümleler var. En kötüsü vazgeçemediklerini bizim de biliyor olmamız. Öykünün fazladan bir sözcüğe tahammülü olmadığı biliniyor mu, çok emin değilim.

Ben silmem. Silgi kullanmam. Kusursuzluğumdan değil. Tükenmez kalemle yazdığımdan (Ah! emojiler neredesiniz?). Yanlış kullandığım sözcüklerin veya eksiltileceklerin üstünü çizip yanına, altına, boş bulduğum bir alana, düzelttiğim sözcüğü yazıyorum. Böylelikle metindeki çapaklı ve yanlış sözcüklerime de sahip çıkmış oluyorum. Metin bir kez daha okunduğunda o cümlenin/sözcüğün yenisini eskisiyle birlikte görmek, insanın metninde nasıl bir yol izlediğini de göstermesi açısından önemli diye düşünüyorum.

Metni bozup yeniden yazma hâli bitecek bir hâl değil. Bunun bende abartılı bir hâl aldığını kabul ediyorum. Ama kendimi bunu yapmaktan da alıkoyamıyorum. Dergiden ziyade kitap baskısına kadar bu tekrar okumalar, düzeltmeler bitmiyor. Sonra da diyorum ki; “Öykü de biraz kusurlu olmalı, tıpkı hayat gibi”, çok kurcalama Murat…
Murat Darılmaz


Ben okur tarafından başkasına anlatılarak tüketilebilecek türden öyküler yazmayı sevmiyorum. Başka bir ifadeyle, salt ilginç olduğu için kaleme aldığım olaylara, ‘gelecekte beni farklı bir şekilde esinleyebilecek not’tan başka paye vermiyorum. Yazarken kaçak oynamadığımdan emin olmak istiyorum. Yazdığım metni okuyanın kalemin bana ait olduğunu tahmin edebilmesini hedefliyorum. Hepsi bir araya geldiğindeyse tuhaf bir haz duyuyor ve öykünün bittiğini seziyorum. Buna rağmen kitaplaşacak öykülere ilave işçilik gerekebiliyor. Bir dergide ya da kitapta önceden yayımlanmış olsa dahi, tekrarlar, kakafoni, gereksiz açıklamalar ve benzeri, ne varsa, ki olabiliyor, onlara müdahale etmekten hiç kaçınmıyorum.
Reyhan Yıldırım


Yazdığım öyküler kitapta yayımlandıktan sonra, onlarla ilgili yazma sürecim de zihnimde tamamlanmıştır ama yine de kitaba göz attığımda, kendimi bazen şu cümle şöyle daha iyi olmaz mıydı diye düşünürken bulurum. Ben yapı olarak da zor yazabilen biriyim, taslak tamamlandıktan sonra üzerinde oynamayı, eksiltmeler yapmayı ve sesli okumalarla özellikle diyalogların doğal bir akış içinde olup olmadığını kontrol etmeyi severim. Dergilerde yayımlanan öykülerimi kitaba alırken az ya da çok mutlaka değişiklikler olur, kitaplarımın yeni baskılarında da minik dokunuşlar yapma gereğini hissetmiştim. Metnin dili, ritmi ve atmosferi benim için önemli olduğundan, üzerinde titizlikle çalışılması ve hak ettiği zamanın verilmesi gerektiğini düşünürüm.
Suzan Bilgen Özgün


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder