11 Mart 2020 Çarşamba

KENDİSİYMİŞ GİBİ

İkinci göz ağrım, Kendisiymiş Gibi adlı öykü kitabım okurla buluşuyor.




 “Nefes alıp veriyor, içeri, dışarı. Bir balon gibi şişiyor, iniyor. Şişkinlik göğsünden karnına indikçe, sessizlik şekil değiştiriyor. Suçluluk, huzursuzlukla dolu değil artık, bambaşka bir şey şimdi. Sıcaktan kavrulduğunda kana kana soğuk bir bardak su içmek gibi, yüreğin dara düştüğünde bir şiirin dizelerinin elinden tutması gibi. Ayağa kalkıyor. Telefon avcunun içinde. Oğlanın üzerini örterken annesini arıyor.”

Gövdesi dimdik, yaprakları üzerinde ama suyu çekilmiş bir ağaç gibi kentli insan. Kendisiymiş gibi ama kendisi değil. Güçlükle ayakta durmaya çalışan, “olanca gücüyle kendini sıkmasa, bir gecede tüm iğne yapraklarını, kabuklarını yitirebilecek” denli titrek, iğreti, köksüz… Tuğba Gürbüz pek de duygusal olmayan bir dille yazıyor Batı’yı, çünkü bu evrende duygular da “kendisiymiş gibi”.  Kent, kendi üzerine kapanmış, nefes alamadığı gibi nefes aldırmıyor da; nefessizlik hali çırpınmaya dönüştükçe duygular yerini boşluğa, boşlukta salınmaya bırakıyor. Kente, toplumsal rollere, anneliğe, evliliğe, ilişkilere, hayata karşı anlam arayışı Tuğba Gürbüz öykülerinde belirgin temalar. Kendisiymiş Gibi, aslında yabancılaşmayı kanıksamış hayatlarımıza belli bir mesafeden bakmaya davet eden, vurgulardan uzak bir kitap. Tıpkı öykü gibi… “Buraya bak! Kendisiymiş Gibi, ama kendisi değil…”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder