28 Ekim 2020 Çarşamba

Ekimden kalanlar...

Pandemi üzerine

Pandemide yedi ayı geride bıraktık. Uzunca bir süre hep uzaklarda, fiziki mesafesini korumayan, önlem almayan kimselere bulaşacağını düşündüğümüz, inandığımız virüs giderek yaklaşıyor. Bizzat tanıdığım iki kişi ve bir arkadaşımın annesi babası virüse yakalandı. Artık çember daralıyor diye düşündüğüm, mevsimsel grip vakalarının artışa geçeceği günlerde yeniden eve kapanmayı, önlemleri arttırmayı düşünürken (yaklaşık bir ay kadar önce) Sağlık Müdürlüğü'nden arandım. Bir hafta önce temas ettiğim bir kişi pozitifti ve kendimi ev karantinasına almam söyleniyordu. 

Birkaç telefon görüşmesinin ardından sağlık personeli olduğum için temasın üzerinden yedi gün geçtiğinde pcr testi yaptırabileceğimi, sonuç negatif ise ev karantinasına gerek olmadığını, çalışabileceğimi öğrendim. Kişisel korunma ekipmanlarını ihmal etmediğim için virüsün bulaşmış olduğuna pek ihtimal vermesem de pandemi hastanesinin yolunu tuttum. PCR testi için örnek vermek katlanılabilir ancak biraz nahoş bir deneyim. Örneği verdikten sonra bekleyiş süresi başladı. Bu süreyi evdekilerden uzak durarak, maske takarak, masanın bir ucuna, uzağa ilişerek geçirdim. Kendimi bir haftalık ev karantinasına hazırlamışken gece test sonucumun negatif çıkmasıyla ertesi gün yeniden işbaşı yaptım.

Şimdi okullarda yüz yüze eğitimin başlaması, vaka sayılarının geçen yılı aratması üzerine tedirginliğim yeniden yükselişte. Hadi hayırlısı... 

Biten yaz mevsimi üzerine

Yaz mevsimini arkamızda bırakıp güzü karşıladığımız günlerin içinden geçiyoruz. Hava henüz çok da soğumadı. Giysi seçimleri değişti. İnce bir hırka, şort yerine pantolon, sandalet yerine kapalı bir ayakkabı... Sabah serinliğinde evden çıkıp akşam dönenler için güz başladı. Öğle saatlerinde dışarı çıktığımızda ise yazın geride kaldığını kolaylıkla unutuyoruz. Öylesi günler işte. 

Geride bıraktığımız yazın yorgunluğu var üzerimde. Yeni bir mevsimi karşılamanın ağırlığı, başımı koyup uzun uzun uyuma isteği. Dinlenme ihtiyacımı tam anlamıyla gideremezken yeni, hibrit okul programına adapte olmaya çalışıyorum. Haftada beş gün online derslerle başlayan öğrenim yılı, iki gün yüz yüze, bir gün online olmak üzere sürüyor. Online derslerin olduğu günler çocukların hâli evlere şenlik. Tenefüslerde, öğle tatillerinde sanki bahçedeymiş gibi online platformda sohbete devam ediyor, tabaklarını ekranın karşısına koyuyor beraber yemek yiyorlar. Çocukların uyum yeteneği belki bizimkinden yüksektir bilemiyorum çünkü ben zamanı yakalayamadığımı, ipin ucunu kaçırdığımı düşünüyorum. 

Hareket etmemek üzerine

Sabahları erken uyanmak, güne yogayla başlamak eski bir rüya sanki. Zahmet isteyen alışkanlıkları oturtmak ne zor. Yalnızca bir gün yapmadığında onca emek hop diye uçuveriyor havaya. Oysa Süper Yaşlı kitabını okurken kendime yeni sürdürülebilir beslenme ve hareket etme alışkanlıkları oturtmaya çalışırken ne kadar da motive hissediyordum. Şimdi eve gitmek, perdemi çekmek, loş odada uyumak ve uyumak istiyorum. Bir kış uykusuna yatar gibi uyumak, sermek önüme kelimelerimi ve onlardan yeni hikâyeler örmek istiyorum. Geçen ay sonunda ilk kez bir grup okurla buluştuk zoom üzerinde. Öykü yazarı Tunç Kurt'un beşinci yıla varan okuma grubuyla Kendisiymiş Gibi'yi konuştuk. Her bir üyenin kalbine dokunan yerleri dinledim. Pandemi nedeniyle fiziksel olarak okurla buluşma imkânı ortadan kalktığı için bu buluşma benim için ilkti. Bir saatlik sohbetin tadı damağımda kaldı, anısı hoş bir seda şimdi. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder