Aylar sonra ilk kez bir oteldeyim. Asansörden odaya doğru ilerlerken sırtımızı denize döndüğümüzü fark edince biraz hayal kırıklığına uğruyorum. Kasabaya bakmak yerine denize bakmayı tercih ediyorum ancak bina, her odaya deniz manzarası verecek şekilde konumlanmış. Dolayısıyla bizim de payımıza havuz ve deniz manzarası düşüyor ve de dalga sesleri... Suyu görmenin üzerimde rahatlatıcı, keyif veren bir etkisi var. Yakında deniz gören bir balkondan çıkıp ovaya bakacağıma inanamıyorum. Öyleyse bu satırları yazarken yerleştiğim koltukta, sık sık başımı kaldırmalı ve Karadeniz'in ona biçilen hırçın sıfatına inat, çarşaf gibi sularına bakmalıyım. Gözlerimi açtığım ve ilk yedi yılımı geçirdiğim Karadeniz kenti dışında çoğunlukla (üç yıl hariç) boğaz kıyılarında yaşadım. Dolayısıyla gözüm şu anda önümde uzanan engin, açık deniz manzarası yerine yıllarca ama yıllarca karşı kıyıyı gördü. Bu kadar uzun süre ama karşı kıyının, ama bir ada parçasının suların içinden dikilerek denizin enginliğini kesmesi insana o insan olmaya has, ne yapsa üzerinden atamayacağı kısıtlılığını hatırlatıyor galiba.
*
Bugün öğle saatlerinde longoz ormanının derinliklerine doğru kürek çekerken aniden bastıran sağanak da bu kısıtlılığı fark etmeme yol açıyor. Kendi yarattığımız medeniyetin uzağına çıktığımız anda, doğanın içinde ne kadar zayıf olduğumuzu ve kontrol gücümüzün ne denli az olduğunu... Henüz kürek çekme ritmini tutturmaya, kanonun yönünü ayarlamaya çalışırken başlayan ve giderek hızlanan yağış karşısında artık dönülmez noktadayız. Geri dönemeyecek kadar uzağız kıyıdan ve ilerlemek dışında bir seçeneğimiz yok. Orada su longoz ormanının içine doğru akıyor, durgun ve dalgasız... Yüzeye düşen yağmur damlaları yukarı doğru zıplıyor ve olduğu yere geri düşüyor. Yere düştüğü noktada su uzuyor, kısalıyor ve birbiri içine geçmiş daireler merkezden uzaklaşıyor, tüm yüzey aynı hareketi kusursuz bir benzerlikle tekrarlıyor. Nedenini, nasılını bilmiyorum ama bu tekrarın insanı büyüleyen bir yanı var. Hızla aşağı, hop bir adım yukarı... Bir damla, iki damla, on damla, yüz, bin, on bin... Yalnızca bu da değil. Şimdi bu saatte bile gözlerimin önünde aksi suya düşen bulutlar ve de ağaçlar... Yaşamak için her ne kadar medeniyete ihtiyaç duysak da, kendimizi en huzurlu saydığımız anların doğanın içinde olması hiç de boşuna değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder