Anlatıda Ev: Beliz Güçbilmez söyleşi notları
"Tarihi olan bir şeyin tarifi yoktur." Nietsche
İnsanın türdeşleriyle yaşadığı yer, somut anlamda ev, metaforik anlamda ülke, dil...
Evin kalabalıklığı, belli bir yaşa kadar canlı, sonra parçalanıyor, dağılıyor, türdeşlerimizi yitirdikçe yalnızlaşıyoruz.
Evler hep çoğuldur. Birey değildir. Benim çocukluk evim, annemin çocukluğunu özlediği ev, iç içe geçmiş kaplar gibi. Her ev geriye doğru, tarihsel olarak uzayıp gider. En tekil, çekirdek göründüğü yerde bir çoğulluk içerir. Geriye doğru açılır, derinlik perspektifi içerir. Böylece anlatıya yaklaşırız.
Anlatı, geriye doğru yürür, birbirinden beslenir ve yapılır.
Başlangıç noktası evdir. TS Eliot
Başlangıç meselesi çetrefilli meseledir. Başlangıç bir zaman mı mekân mı? Her ikisi de elbette. Mekân, insanla yaşar, insana ilişkindir, insanla başlar. Ev derken insanlı bir zaman ve mekân.
Yaradılış miti: ilklerle ilgilenir. Mitlerin ve ritüellerin içinde kendimizi evde hissederiz. Tekil insanın, tekil davranışları değil de, ta orada ilk kez yapılmış hali, burada tekrar edildiğinde, anlamlı hissedilir. Ev kişisel değil. Bu mitlerin tekrarı, aktarımı evde olma halini pekiştirir. Toplum da bu sayede ev olur. Mitlere uygun yaşamak, bireysel zaman, mitik zaman. Orada yapıldığı ilk halinde dönmek, bireyin anlatısı, mitik zamana, mitik anlatıya dayanır. Kültürler coğrafi, siyasi olarak ne kadar uzak olursa olsun, benzer mitler kurmuşlar, benzer yanıtlar vermişler. Bir zamanlar dünya büyük bir evdi. Ortak açıklamalar üretebilmiş bir dünya, parçalanıyor, bir evin içinden başka evler doğuyor.
Mekanın Poetikası: evi bir mevhum olarak alıp düşünce geliştiren bir kitap. Nurdan Gürbilek bunun üzerine çalışıyor. Ev meselesi etrafında dönüyor tüm yapıtları.
Mekan her şey birden olmasın diye, zaman da her şey bizim başımıza gelmesin diye vardır.
Aile evi, kuşaklar boyunca sahip olunan, büyük haneler, çok kuvvetli, çok geriye giden bir belleği var, büyüme romanları, buna dayanır, içinde büyüdüğü evde olup bitenleri de anlatır, Batı edebiyatı bunu çok bağrına basmıştır, çok işlenmiştir. Bireylerin tarihleri anlatılırken arka planda toplumsal tarih akıyor, her kuşak kendi zevkine göre yenilerken, tadilat yaparken toplumun değişimi de anlatılır. Çok iyi bir kabuk. Ev bize çok şey anlatır. Hangi sınıfa baktığımızı da anlatır.
Antik Yunan'da tiyatro sarayın önüne bakar, halkın karşısına bakan bir tiyatro, kapının önündeyiz hep. İç dünya ve ev içi yok. Dışsallıktan içeriye daha sonra, örneğin Shakespeare
Bu ev içleri, konuk odalarıyla göründü daha çok. Evin kamusallaştığı, çeşitli karşılaşmaların evlerde gerçekleştiği dönemlerin sosyalleşme alanları halinde gösterildi daha çok. Romanın çok sesli olması için çoklu toplanmaların yeri de olmalı. Duygu, siyaset dünyasını eve sığdıran evler, kendinden çok daha fazlası oluyor bu durumda ev.
Ev, sınıfsal özellikleri sunan bir unsurdu. Roman, evi nasıl betimlemesi gerektiğini bilir.
Anlatıya duyulan ihtiyaç:
Tarihin anlatısallığı geç uyandığımız bir konu. Lisede örneğin, tarih kitabının kim tarafından yazdığını bilmeyiz bunu merak etmeyiz, kimse bu konuya ilgimizi çekmez. Tarih geçmişle özdeş sayılır çünkü yazarına vurgu yapılmaksızın otoriter bir dille anlatır, biz de inanırız, resmi tarih böyle anlatılır. Bu onu anlatı, sorgulanabilir olmaktan kurtarır. Gayrişahsi ses tonu olduğu için şüphe yok, onun neyi dışarıda bıraktığından şüphe duymadık. Hiçbir tarihin orada olanı olduğu gibi anlatamayacağına dair ideolojik tartışma başlayınca, tarih anlatısına farklı gözle bakmaya başladık.
Anlatıya muhtacız çünkü:
Anlatı seçilerek anlatılır. Bazılarını içeride bırakırız, bazılarını dışarıda bırakırız. Hepimizin bir süzgeci var. Hayata ayna tutarak, orada ne varsa anlatamayız. İçine alacağımız öğeleri seçerek anlatırız. Hiçbir yeri, hiçbir şeyi gerçeğe müthiş bir sadakatle bakarak anlatmamız mümkün değil. Bir filtre var, bu filtre bazıları içeride, bazıları dışarıda bırakır, anlatım kurarken seçim yapmayı öğreniriz. Freud ce-e oyununu en mikro hikaye der, anne gelecek mi, geri gelecek mi, yeniden gidecek mi, örnek bu, hikaye bu. Zihnimiz buna çok yatkın. Evcilik oynarken başlıyor zihin kurmaya. Zihin kurmacaya çok aşina.
Anlatı evin kurucu unsurlarından biri midir? Anlatının bireysel hayatımızdaki yeri nedir?
Kişi kendini, kendinde tanıyamaz. Tanımak, içeride yapılan bir şey değil. Kendilik de dahil, kendimizi tanımak işi için başkalarına ihtiyacımız var. Hepimizin hayat gailesi var. Bir başkasından öğreneceğimiz bir bilgiye ihtiyacımız var her zaman. Bilgi tek başına elde edilemez, üzerine eklenir, başkalarıyla çoğalır. Kurmaca modern mittir. Mitolojide bir tür tanrısallık atfı vardır. Biz yokken tanrılar vardı. Onların yaşamadığı hiçbir şeyi biz yaşamış olamayız. Mitik insan buna inanırdı. Hayat, mitolojiyi taklit ederdi. Şimdi modern insanın kendine ait bir zamanı, bilinci var.
Metinlerin kendi zekası, iletmek istediği bir mesaj vardır, kendi işler, okurla arasında . Kurmaca okurken yazar burada ne demek istiyor diye sormak yanlış olur. Onun kurduğu evrenden yanıt ararsın. Hiçbir kurmaca kendi çağından büsbütün bağımsız olamaz, eskilerden bağımsız olamaz, yepyeni olamaz. Kurmaca insan zihnine benzer. Data üretip işleyecek bilgileri koyduğumuzda yapay zeka üretmeye devam eder. Zihin de böyle işliyor aslında. Ben okudum, öğrendim, içeri aldım, şimdi işliyorum, bunun nasıl çalıştığını da bilmiyorum.
Dünya küresiyle ilk karşılaşmak önemli bir andır, senin biricikliğinle, yeryüzü üzerindeki bir küçük nokta olmak arasındaki çelişki. Kurmaca bize bunu yapar. Bir kuşak romanını üç günde okuduğumda yaşayarak edinemeyeceğim bir tecrübeye, tanıklığa sahip oluyorum.
Ev, aileyi kurar. Kapının arkası, evin içinde yaşananların aile içinde kalması... Ülkenin içi, dışı... Çocuklara, halka söylenenler, saklananlar... Benzerlikleri var. Edebiyat çoğunlukla mikroiktidarları anlattı. Feminist edebiyatla, evin içi, sakınılanlar ifşa edildi, ediliyor. Aile şimdi çok daha sakatlayıcı, kısıtlayıcı olarak tarif ediliyor. Don Kişot bununla ilgilenmez. Bir evden yola çıkar ama evin içiyle ilgilenmez, o bir macera romanıdır. Ev, hep bir dönme fikrini taşır içinde. Bir gün dönebileceğimiz bir mekân olarak kurgulanmıştır. Uzun yolculuklardan eve dönmek fikri, Odessia, örneğiyle başlıyor. İçinden çıktığı ev, şimdi döneceği ev değil. Sen o evin içinden çıktığın kişi değilsin. Eve dönüş fikrinde hem bir geçmiş fikri var, hem de bir imkân olarak geleceğimde. Evden neden ayrıldığını unutma. Seni o evden uzaklaştıran fikir, düşünce neydi? Geri döndüğünde bu koşulu ortadan kaldırma ihtimali var mı? Kaçtın, biriktirdin, şimdi geri dön ve düzelt. Orayı yeniden düzeltmek için bir yol, imkân bu! Burası zihinsel olarak çok verimli bir yer.
Artık mültecilik fikri çok daha yaygın. Yerlilik, evinde olmak her an değişebilir şeyler.
Bir ada değildir, hiçbir insan, ana karanın parçasıdır.
Yazar kendi evini mi anlatmalı? Kendi evinden nasıl çıkar? Başkalarının evine nasıl girer?
En iyi bildiğini yazmak her zaman iyi bir fikir mi? Kendini anlatmak, kendi evini anlatmak aşılması gereken bir şey. İnsan kendini saçından tutarak nasıl ayağa kaldıramazsa, kendini tam olarak yazamaz. Kendinden çıkarak yazmak, kolunu biraz uzat başkalarının hikayelerini anlat, kalem senin elinde, o benzetmeleri ben yaptım, elime kalemi aldım, dünyada anlatacak en ilginç şey ben miyim? Emin misin? Evin için gözlemlemek... Bunları gözlem nesnesi olarak kabul edebilirsin. Ama bu gözlemi yaparken oraya bir soruyla gitmeliyim. Bakıp bakıp data işleyemem. Bunu nasıl anlatacağım, neyle işleyeceğim. Örneğin bir ayrılık anlatacağım, gara gidip vedalaşanları izliyorum. Sorum yoksa, bu gözlem benim ne işime yarar. Anlatacaklarımın işlevli olması için anlatacağım parçaları seçmem gerek. O yüzden soruyla gitmem gereken, hayata sorularla bakmam gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder