23 Eylül
Ay sonu yaklaşıyor. Benim için yaz bitti gibi bir şey. Şort yerine pantolona geçtim. Nadiren elbise giydiğim de oluyor. Yüzme sezonunu da kapattım. Afilli bir kapanış olmadı. Son olduğunu bilmediğim bir son oldu daha ziyade. Nasılsa deniz kenarındayım, nasılsa deniz suyu daha soğumadı gidilir derken evdeki iş güç bastırdı. Yarın son şans. Sonra bir dahaki yaza kadar zor görünüyor. Kış aylarında sıcak bir iklime gitmezsem şayet. Nasıl da davetkar! Dilerim olur.
*
Muayenehanedeyim. Bir hastam randevusunu iptal etmiş. Oluşan boşlukta yazıyorum. Çok sıkışık bir güne hazırdım oysa. Yetişmesi gereken bir işin kargoyla bana dağıtım saatini hesap ediyor, kargo dağıtıma çıkmadan gidip elden almayı planlıyor, arabam serviste olduğu için kimden araç alabileceğimi düşünüyor (ablam elbette), kuzeninin nişanına yetişecek asistanımı gözetiyor, onlarca şeyi zihnime sığdırmaya, plan yapmaya çalışıyordum. Öğle yemeği hazırlamamak için pizza siparişi verelim, kargoyu arayalım, gelmeyecek hasta var mı öğrenelim trafiği içinden çıktım işte. Öğleden sonranın düşündüğüm kadar sıkışık geçmeyeceğini kavramanın rahatlığı omuzlarıma indi. Limonlu su içimi ferahlattı. Ancak o zaman içmeye karar verdim günün ilk Türk kahvesini. Sakin ve telaşsız... İçtiğimin tadını alabilmek, keyfine varabilmek için. Bol köpüklü sade kahvem şimdi masamda. Kulpu solda. Göz göz delikle kaplı üstü. Mandabatmaz değilse de hayli yakın.
*
TDBD ekim sayısı için cumhuriyet temalı bir kitap hakkında yazmak istiyorum. Evde ne var ne yok diye baktım, çok da "Hah bu olur," dediğim bir kitaba rastlamadım. Arama motoruna akıl sordum. Listeledikleri arasından en ilgimi çeken Attila İlhan "Allah'ın Süngüleri: Reis Paşa" oldu. İlk fırsatta kütüphaneye gidip eşelenmeli.
*
25 Eylül
Arabam serviste. Götürmeden önce bagajda ne var ne yoksa muayenehaneye yığmıştım. Cumartesi pazar hem bagajdan çıkanları, hem muayenehaneden eve gitmesi gerekenleri eve taşıdım. Boşluk şahane şey. Evdeki büyük temizlik hareketi de sürüyor. Kullanılmayan oyuncakları ayırma ve taşıma kısmını çözmeye uğraşıyorum. Gelecek pazar bitirmeye niyetliyim. Üç, dört kutu kaldı. İşte yapılacaklar listem:
İçlerini kontrol et, çer çöpü ayır, işe yarar şeyleri sahiplendir.
Hobi malzemelerini büyük sandığa koy.
Çalışma sandalyelerini kur.
Bir marangoz çağır. Duvar rafını monte ettir.
Her akşam bir kutuyla ilgilensem belirlediğim sürede kolaylıkla bitireceğime kuşkum yok. İşin zor kısmı bu işlerin de düzenli olarak yapılması gerekliliği. Aynı istifçilik sürdükçe üç, beş aya kalmadan dolap kapakları zor kapanmaya, kutu içleri dolmaya başlıyor. Hadi hayırlısı.
*
Ablamdan ödünç aldığım kitap: Rezonans Yasası. Bu tür kitapların biraz uzatıldığını düşünüyorum. Daha hap gibi sunulsun istiyorum galiba. Kullanımcı yorumları, tekrarlayan kısımları çıkarınca ortaya küçücük bir nüve kalıyor zaten. Meselenin özü şu: İnsanlar, eşyalar, evrendeki her şey titreşir ve bu titreşimler aracılığıyla birbiriyle etkileşime geçer. Hepimiz benzer frekanstakileri hayatımıza çekeriz. Beynimiz düşüncenin merkezi gibi dursa da kalp çok daha büyük çekim gücüne sahiptir. Hayalini kurduğun şeylerle ilgili olumsuz duygulara sahipsen, içten içe inanmıyorsan, önüne blokaj koyuyorsan hayatına çekemezsin. Sürekli şikayet eden biriysen, şikayet ettiğin şeyleri hayatının merkezinden uzaklaştıramazsın çünkü o frekansı çekmeye devam edersin. Sen ne zaman o düşük moddan çıkar, isteklerini kalpten diler, olumlu duygular yaşarsan işte o zaman hayat seni ödüllendirir. Kitabın ilk bölümünün meali bu. İkinci bölüm bunu nasıl uygulayacağına dair. O kısmı okumaya yeni başlayacağım.
*
Netflix 15 Eylül'de Kulüp dizisinin ikinci sezonunu yayımlayacağını duyurunca ilk sezonu yeniden izledim. Neler olacağını bilerek izlemenin ayrı bir keyfi var, öğretici bir yanı. Kurgunun sağlamlığını, finale giden yolda ipuçlarını azar azar serpiştirmeyi aslında en çok sinema sanatından öğreniyoruz galiba. Çünkü hikâyeyi görsel olarak 1-1,5 saat içinde izlemek, uzun bir romanı okuma zamanıyla eşdeğer değil. Ayrıntılar henüz zihninde tazeyken hah ondanmış, a bu yüzden koymuş demek ki diyebilmenin yazmaya katkısı olduğu muhakkak. İkinci sezonda daha çok ağladım ama ilk sezonu daha çok beğendim. İlk sezonda beni en etkileyen yan hikâye Orhan ve annesine dair olandı. Niko'ya reva görülen sona üzüldüm. İkinci sezonda gözlerim o hikâyenin devamını aradı ama o anlamda beklentim karşılanmadı. Üçüncü bir sezon olur mu bilemiyorum ama 6 Eylül gecesi sonra neler olduğuna dair bir işaretti Kürşat'ın yüzündeki yanıklar. Orayı biraz daha bilmek, öğrenmek isterdim.
*
Netflix demişken Crown yeni sezonu bekliyorum, bir de Stranger Things beşinci sezonu.
*
Bende hâller böyle. Sen nasılsın? Ne yapmaktasın?
Bizde de gündem yoğun :) Çalışan kadınların bir koltuğa çok karpuz doldurduğu bir gerçek. Bu yoğunluk bir nevi yaşam güdüsü sağlıyor, bitmeyen işler bizi hareketli kılıyor gerçi bu da iyi bir şey. netflix 4 ortaktık, bir anda bitirdi ve bireysele geçirdi. biz devam etmedik çünkü seyrettiğim bir çok şeyi de internette de bulmaya başladım.
YanıtlaSiliş arası yazmak güzel bir soluklanma olmuş, ellerinize sağlık!
Bitmeyen işler bana her zaman yaşam güdüsü sağlamıyor maalesef. Yetişemiyorum imdat moduna fırlatabiliyor kolaylıkla. Küçük parçalara bölmek daha iyi hissettiriyor. Her yaptığıma bir tik atıp multitaskinge maruz kalmıyormuşum gibi yapabiliyorum :) Size de kolaylıklar diliyorum.
Sil