11 Eylül 2024 Çarşamba

Füsun Çetinel ile söyleşi

Füsun Çetinel'in yeni romanı "Son Bahçe" yayımlandı. Ben de hemen edindim ve bir çırpıda okudum. Çocuk edebiyatının insana iyi gelen bir yanı var. Üzerinizde okuma tembelliği, erteleme hastalığı varsa örneğin çocuk kitaplarını hap gibi peş peşe okuyun. Elinizde sürünen kitap kalmayacağı gibi içinize bir iyimserlik de yayılacak, dünyayı iyiliğin, dayanışmanın kurtarmamın umuduyla beraber üstelik. Son Bahçe'yi elimden bırakır bırakmaz kafamdaki soruları toparladım yazarına yönelttim. Sadece romana dair sorular sormadım. Yazma eyleminin kendisini, yaratıcılık süreçlerini de masaya yatırdık. Çünkü bilindiği üzere Füsun Çetinel uzun yıllardır yaratıcı yazarlık atölyeleri düzenleyen, yazar koçluğu yapan, iyi de bir okur. Hâl böyleyken içinden okumak yazmanın geçtiği keyifli, bir o kadar da cesaret verici bir söyleşi çıktı ortaya. Oggito'da yayımlanan söyleşiyi okumak için sizi böyle alalım

                                                                                    *



                           "Ayağa kalkıp yürümek varken yerde kalıp sızlanmak niye"

“Son Bahçe” adlı yeni romanınızda çevresi hızla betonlaşan bir bahçeyi korumaya çalışan çocukların hikâyesini ele alıyorsunuz. Sizin kitaplarınızı çağdaş gerçekçi olarak tanımlamak mümkün. Yarattığınız kahramanlar, bizimle benzer mekânlarda yaşıyor, benzer dertlerle hemhal oluyor. Merakımızı uyandıran gerçekçi bir eyleme karışıyor ve olaylar gelişiyor. Gerçekçi kurgu kendinizi yakın hissettiğiniz bir tür mü?

Hayatın içinde olmayı; sokaklarda, kafelerde, bitpazarlarında, yolculuklarda, havaalanlarında, trenlerde, hostellerde, farklı kültürden insanlarla farklı dillerde sohbet etmeyi çok seviyorum. İşim ve ilgi alanlarım da buna uygun, sıkça yollardayım, yolculuklardayım, değişik mekânlarda her yaştan insanla birlikteyim. Onları izlemek, diyaloglarını hafızama kaydetmek, duyduklarımdan ve gördüklerimden çıkarım yapmak, keyifli bir oyun benim için. Bunlar harmanlanıp hikâyelere ve kimi kez bünyesinde fantazyayı da barındıran gerçekçi kurgulara varıyor.

Romanda farklı depremlerde ailesini kaybetmiş, akraba yanında büyümüş ve çocuk sahibi olmuş iki ebeveyn görüyoruz. Aileleri enkaz altında kalsa da, onlar bir yolunu bulup kendi yaşamlarını doğrultmayı, tercihlerini iyilikten, dayanışmadan, paylaşmaktan yana yapmayı başarıyor. Kızları Zeynep “Armut dibine düşer,” atasözünü doğruluyor ve ortak amaç doğrultusunda tüm sınıfı örgütlemeyi başarıyor. Kötülük, para hırsı, telafi edilmeyen kayıplar hikâyede yer alıyor, görüyoruz ancak daha mühimi devam etmek, ortak değerler, erdemler etrafında bir araya gelmek, çoğalmak, çalışmak ve birlikte başarmak. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Hepimizin başına kötü şeyler gelebilir, her an tökezleyebiliriz hayatta. Ayağa kalkıp yürümek varken yerde kalıp sızlanmak niye? Bizler çokça ondan bundan şikâyet ediyor, birilerini suçluyor, “biz adam olmayız” diyor, sosyal medyada veryansın ediyor, konuşuyor da konuşuyoruz.  İş somut bir şeyler yapmaya geldi mi hiç birimiz elimizi taşın altına koymak istemiyoruz. Hâlbuki öfke duymakla, suçlamakla, şikâyet etmekle boşa geçireceğimiz zamanı, harcayacağımız enerjiyi çalışmaya, üretmeye, barışçıl bir şekilde bir araya gelerek başarmaya yöneltsek? Yapıcı bir tavır sergilesek? Sanırım ve ne yazık ki “şikâyet kültürü” toplumumuzun bir özelliği oldu.

“Son Bahçe” ilk sayfadan itibaren okurun merakını ayakta tutan, sezdirdikleriyle finale giden yolu aralayan, “kurmacada hiçbir şey birdenbire olmaz”ın sağlamasını yapan, mühendisliği sağlam bir metin. Bunu sağlamak için dikkat ettiğiniz unsurlar nedir?

Sağlam bir kurguya varabilmenin türlü yolları var. İlki tabii ki çok ve iyi okumaktan geçiyor. Çok okuyorum, çok film seyrediyorum ve her hikâyede sarkan yerleri zihnim otomatik olarak algılıyor. Sanırım çok kişiyle birlikte, çok farklı hikâyeleri çalışmanın, didik didik etmenin doğal bir sonucu bu.

Kurguda takıldığım yerlerin çözümlerini kimi kez rüyamda, çok sık ve detaylı film tadında rüyalar görürüm, kimi kez yürüyüş yaparken, bisiklete binerken, duş yaparken buluyorum. Unutmamak için defalarca tekrarlıyorum kendi kendime. Eve varıp da dosyayı açınca bilgisayarda hemen değişimleri, eklemeleri yapıyorum.

İlk başlarda deftere yazarak, notlar alarak ilerliyordum artık edindiğim disiplinle hafızaya alıyorum notlarımı.

 

Sokaktan, yoldan, yolculuktan beslenen bir yazar olduğunuzu, defterlere sıklıkla notlar aldığınızı, bunları küçük desenlerle desteklediğinizi biliyorum. Bu defterlere giren kelimeleri, küçük notları, her birini ışığa ulaşmak isteyen bir tohum olarak hayal edersek, gelişmeleri, serpilmeleri için nasıl bir tutum izliyorsunuz?

Eğlenceli defterler diye adlandırıyorum onları çünkü içlerinde her şey var; fişler, kartpostallar, peçeteler, yapraklar… Yazdığım notlara bir daha açıp bakıyor muyum? Kesinlikle hayır! Elle yazdığımız şeyler bir nevi beynimize yazılıyor, hafızada depolanıyor. Onun için de akıllı telefonun notlar bölümünü hiç kullanmıyorum. Defter yoksa yanımda fişlere, paket kâğıtlarına zorda kalırsam yaprağa bile yazıyorum. Her yazdığımız şey bir hikâyeye varamaz ama dediğiniz gibi minik tohumlar bunlar, beslersek üzerinde düşünür derinlik verebilirsek, başka minik tohumlarla ilişkilendirebilirsek sağlam bir hikâyeye ulaşabiliriz.

Yazı eğitmeni, yazar danışmanı olarak çalışıyor, çocuklar ve gençler için hikâye atölyeleri düzenliyorsunuz. Bu tür atölyelerin,  hikâye anlatıcılığının unsurları, biçimleri üzerine öğretme ve öğrenme alanları yarattığı, yazma becerilerini geliştirmeyi hedeflediği gerçeğinden yola çıkarak sormak istiyorum. Sizin yazarlık yolculuğunuzu da dahil ederek elbette. Zanaat, sanatı mümkün kılar mı?

Tüm yaratıcı yazı eğitmenlerinin savunduğu gibi atölyeler yazar çıkarmak için değildir, yazmaya dair teknikler, düşünceler geliştirmek, pratik yapmak, yorumlar almak, aynı zamanda iyi bir okur olmak içindir. Bu çalışmalara devam eden kişiler yazmaya tutkuyla bağlıysa ve biraz yetenekleri de varsa geleceğin yazarları arasında yerlerini alabilirler.

Bazı kişiler bu tür çalışmalara önyargılı yaklaşıp, tamamıyla karşı çıkıyorlar. Ama eski yazarların söyleşilerine, hayatlarına baktığımızda hepsi birbiriyle tanışık veya arkadaş, edebiyat matineleri düzenliyor, aynı sofralarda edebiyat konuşuyorlar. Bu tür toplantılara katılan gençler de onları dinleyerek yazmaya dair ilk adımlarını atıyor, onlardan geribildirim alıyorlar. Bu tür birliktelikler de atölye sayılmaz mı?

Bence sanat ve zanaat birbirini destekleyen şeyler. Daha yeni Edogawa Rampo’nun Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler kitabındaki bir öyküde; ustanın yanına çırak verilen bir gencin nasıl tutkulu, gerçek bir sanatçıya dönüştüğü anlatılıyordu. Bunun örneklerine eskiden sıkça rastlardık… Atölyelere katılan kişiler de bir tür çırak aslında. Kiminden iş çıkıyor, kimi başka şeylere yöneliyor pes edip.

Çocuk ve genç okur için yazmak, onlarla okullarda, kitap fuarlarında bir araya gelmeyi de mümkün kılıyor. Bu buluşmalarda, sizin için unutulmaz, aklınızda, kalbinizde yer eden ilginç anılarınız var mı?

Yazar etkinliğine gittiğim bir köy okulunda dördüncü sınıf öğrencileri kendi bahçelerinden topladıkları gül yapraklarıyla ismimi tahtanın önüne yere yazmışlardı. Sınıfa girince kendimi assolist gibi hissettim çok hoşuma gitti.

Bodrum’da bir STK etkinliğinde çocuklara benim romanlarım ve Atatürk’ün Nutuk kitabı birlikte hediye edilmişti. Kendi kitaplarımı imzaladım ancak çocuklar Nutuk kitabını da imzalamamı istediler ısrarla. Onlara bunun çok yanlış olduğunu, Nutuk’u Atatürk’ün yazdığını anlatsam da ikna olmadılar ve üzülerek ayrıldılar yanımdan.

Hediye olarak gofret getirmişti bir çocuk, teşekkür edip aldım ama biraz sonra yanıma geldi yine. “Paylaşabilir miyiz,” diye sordu yalanarak. Ben de gofreti ona geri hediye ettim (yalanarak).

Çok tatlı da soruları var aklımda kalan… Ne zaman yazmayı bırakacaksınız? Saçınız kına mı? Çok para kazanıyor musunuz? Bu kitabı gerçekten siz mi yazdınız? Youtube kanalıma abone olur musunuz? Benim ismimi bir kahramanınıza verir misiniz?

Yüzlerce mektup, kartpostal, not var bana yazdıkları, hepsi de çok özel ve samimi.

Tişörtlerini, kollarını imzalatmak isteyenleri de unutmamak gerek tabii. O zaman da kendimi bir pop-star olarak hissediyorum, hoşuma gidiyor ama annelerden korktuğum için imzalamıyorum… Bir tanesi çok şirindi, kandırdı beni elini imzaladım. “Bu eli bir daha hiç yıkamayacağım,” dedi. Eyvah eyvah!

“Son Bahçe” okurla buluşalı çok kısa bir süre geçti ancak adettendir soralım. Ufukta yeni projeler var mı?

Masaüstünde bir sürü dosya, defterlerde notlar, kâğıtlar, yayınevi sepetinde bekleyen dosyalar, çizerini arayan bir resimli kitap… Ama beni çok daha fazla heyecanlandıran şey hep yeni hikâyelerin ihtimali…


2 yorum:

  1. Füsun Çetinel ne tatlı kadındır, biz de tanıştık Antalya'ya geldiğinde, arada yazışıyoruz ve çok keyif alıyorum sözcüklerinden...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle. Atom karınca ☺️ Çalışkan, üretken, pozitif.

      Sil