7 Eylül 2014 Pazar

MASALLAR İNSANLA YAŞAR

Çanakkale Kent Müzesi, bir süredir ilgi çekici bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor; Çanakkale Kent Müzesi, ÇAYEK, Buğday Doğal Yaşamı Destekleme Derneği iş birliğiyle yürütülen masal söyleşileri... Masal anlatmaya, masalların ardında gizlenen sembolleri göstermeye yönelik, merak uyandıran, heves bulaştıran masal etkinlikleri haziran ayında kısa bir mola verdi. Sonbahar aylarında devam edecek. Yazın bittiği, söyleşilerin yeniden başlayacağı şu günlerde masallarla ilgili merak ettiklerimi Buğday Doğal Yaşam Derneği üyesi Güneşin Aydemir'e sordum.
 
 

Bir masalcı Judith Liberman, “İnsanların her gün dinlediği hikâyeleri değiştirebilirsek dünyayı değiştirebiliriz.” diyor. Buna katılıyor musunuz? İyilerin her zaman kazandığı başka bir dünya mümkün mü? Yoksa masallar bizi kandırıyor mu?
 
G.A.: Ghandi'nin ünlü bir söz dizesi vardır: "Sözlerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür, düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür," diye başlar, duygularınız, davranışlarınız, ... ve sonunda "kaderinize dönüşür." diye biter. Aynı şekilde Alevi-Bektaşi inancında da üç kuraldan biri diline sahip olmaktır. Demek ki dil, söz çok önemli. Konuştuklarımızın mahiyeti önemli, yaşamımızı, kaderimizi etkileyecek kadar önemli. Elbette dünyayı değiştirebiliriz. Şikayetçi olduğumuz ve bizzat bizim tarafımızdan yaratılan sistem, elimizden önce değiştirme gücümüze olan inancımızı aldı. Bunu yeniden edinmemiz gerek. Zaten değiştiriyoruz, her anki seçimlerimizle... Bunu yeniden fark etmemiz şart. Değiştirebilecek isek başka bir dünya da mümkün demektir. İyiler zaten her zaman kazanır. Öyle olmasaydı halen yaşıyor olmazdık. Ne ki bu kazanç bizim fark edebildiğimiz ölçüde olduğu kadar fark edemediğimiz boyutlarda da olur. Bu noktada masallar bizi kandırmaz, hakikate doğru aklımızı çeler.

Sezai Sarıoğlu konuk olduğu masal söyleşisinde “Masalcı her seferinde masala kendinden bir şeyler katar. Çünkü tam olana masal denmez, tam olduğuna tevatür edene de insan denmez. İnsanın da masalın da alâmet-i farikası tam olmakta değil, eksik olmakta, kendini başka insanlarla, dillerle, anlamlarla tamamlamaktadır.” demişti. Bundan yola çıkarak sormak istiyorum. Masal derlendiği yazıya döküldüğü, resimlendirildiği, bir meta olarak satışa sunulduğu anda masallığını kaybediyor, büyüsü bozuluyor mu?

G.A.: Masal, mesel kelimesinden geliyor. Söz ile anlatılan, insan süzgecinden geçirilerek, ortak bilinç üstümüzden süzülen bilgidir özünde masal. Her hikâye anlatıcısı kendinden bir şey katmasa ortak mirasımız olmaz zaten. Biz onu yazıya dökünce durduruyoruz. Elbette kayda almak, masalları yazıya dökmek önemli ancak anlatıcılar olmaksızın, ölü birer hikâyeden ibarettir. İnsanla yaşar masal. Bu nedenle hikâye anlatıcılığı eğitimleri veriyoruz. Her insan bir hikâye anlatıcısıdır aynı zamanda. Günlük olayları, başımızdan geçenleri de şiirsel bir dille anlatmak olası. Aslen doğadaki olayları, yaşamın zuhur eden olgularını şiirden başka bir dille anlatmak da yaşama saygısızlık gibi geliyor bana. Bilim geçmişte bu şiiirsel dili kullanıyordu. Zamanla doğa ile bağımız koptukça bu şiirselliği de kaybettik.

Masallar, “ Bir varmış bir yokmuş” diye başlar. Aslında anlatan da dinleyen de az sonra gerçek dünyadan ayrılıp büyülü bir dünyaya gireceğini bilir. Bu dünyada olağan üstü varlıklar vardır; cinler, periler, devler... Olağan üstü hadiseler yaşanır. Büyücüler, cadılar, hain kurtlar, masal kahramanını kandırır, keser, yutar, yer. Çocuklar da bunları ilgiyle dinler. Bir grup anne baba masalların şiddet içerdiğini, cinsiyetçi rol modelleri dayadığını düşünüyor. Masallar gerçekten şiddet içeriyor mu? Ne oldu da masallara bakış açımız değişti? Onlara neden sırtımızı döndük?

G.A.: Öncelikle şiddetin yaşamın bir olgusu olduğunu kavramak gerek. Bunu savaşlar, erkeğin kadına, insanın doğa üzerinde uyguladığı şiddet olarak algılamayalım. Bir tohumun, kabuğunu çatlatırken yaşadığı şiddet olmasa, etrafta çiçekler olur muydu? Şiddeti durdurmanın tek yolu onu fark etmektir. Masal doğamızı inkâr etmez. Aksine tüm yalınlığı ile ortaya koyar. Bir karaktere büründürür. Bir ifrit olarak çıkarır karşımıza ya da aklı olmayan bir kas torbası olarak. Masallardaki her karakter tek bir insanı anlatır. Oradaki kadın da bizizdir erkek de, hükümdar da vezir de, ifrit de bilge de. İnsan hepsini barındırır. İçimizde şiddet olmasa, bir potansiyel olarak durmasa dünyada savaşlar olur muydu? Masal bize, içimizdeki şiddetli tarafla, kötücül olanla, rahatsızlık verenle nasıl başa çıkacağımızı öğretir. Daha önce de söylediğim gibi insanın yeryüzü sahnesindeki yolculuğu doğayı algılama potansiyelini, kullanmama yönünde gerçekleşti. Soyutlama yeteneğimizi öylesine geliştirdik ki, sonunda yarattığımız soyut dünyayı sanal bir aleme çevirdik. Buna karşı değilim, ama doğamıza, içimizdeki ve dışımızdaki doğaya yeni bir gözle yeniden bakmamız gerekiyor. Masal tek başına bir şey ifade etmez artık. Masalı yediğimiz gıdaya, o gıdanın tohumuna, söylediğimiz şarkılara, iş yapma geleneklerimize, daha da ötesi karar verme, yönetim mekanizmalarımıza katmalıyız. Aksi takdirde güzel masallar dinler, yok edici yaşamlarımıza devam ederiz. Masalın içindeki bilginin bizde işleyebilmesi için onu deneyimlerimize katacak alanlara taşımamız gerekiyor.

Ayşegül Çelik'in Dersim Hikâyeleri seçkisinde yer alan öyküsü Işık Ağaçları masalların başka bir işlevini getirdi aklıma. Masallar, bize, aile tarihimizle, ortak tarihimizle, kimlik duygularımızla ilgili gerçekleri aktarabilir. Ancak bunu doğrudan yapmaz. Masalların çok katmanlı yapısı, yaşanan ağır travmaları, acıları yumuşatır, doğaüstü olayların, sembollerin arkasına gizler. Masallar neden acıyı adeta bir şekerlemenin içine gizler? Baskı yüzünden mi, gelecek nesilleri korumak için mi, doğrudan dillendirilemeyenin psikolojik ağırlığı mı? Sizce nedeni nedir?

Aslında masallar acıyı da en yalın hâliyle ve çıplak şekilde ortaya koyar. Her meselde, katmanlar vardır. Bu katmanların her biri başka bir düzlemde mana ifade eder. Bir masalı bugün okur, bir şey anlarsınız, yarın okur başka bir şey anlarsınız ki her ikisi de gerçektir. Masalları anlamanın tek yolu var, kendi iç farkındalığınızı geliştirmek, açmak. Gerçekliğe bakarken yeni bir açıyı kullanmak. Bu nedenle pek çok masalın sonunda hikâyenin içerdiği kıssanın “gözün içine iğne ile yazılıyor” olması bunu ifade eder. O kıssayı bilen hâlimizle bakarız dünyaya. Artık biz, eski biz değilizdir.

Bu soru bir öncekiyle bağlantılı aslında. Masalların bize söylemek istediklerini anlayamıyoruz. Hayatımızdan kayıp giden, arkaik görülen bu sözlerin ipini nasıl tutacağız? Günümüz hayatına bağlamak için neler yapacağız? Kısaca biz nasıl iyi birer masal okur- yazarı, aktaranı olacağız?

Dedim ya, herkes bir hikâye anlatıcısı. Masalları okuyup, onlar üzerinde düşünmek, gizleri üzerine kafa yormak sanırım savaşların ve kavgaların hüküm sürüyormuş gibi göründüğü şu günlerde yapılacak en iyi şey. İyi bir masal anlatıcısı olmanın tek yolu, vakit kaybetmeden bir masal öğrenmek ve o masalı anlatmak için fırsat kollamak... Eski bir Hint Masalı, duyulan bir masalı hemen bir başkasına anlatmak gerektiğini söyler. Çünkü her masal bir lanet bozar!

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder