11 Kasım 2014 Salı

NASIL YAZAR/ŞAİR OLDUM? (5)

YAZARLIK, YAZARLAR İÇİN MESLEK DEĞİLDİR HAYATIN TA KENDİSİDİR




Şu küçük postanenin köşesinde duran beş yaşındaki kızı gördünüz mü? Hani bir şeyler yazan annesine sabırsızca bakıyor… Göremediyseniz, sebebi muhtemelen aramızdaki zaman farkıdır. Zira anneyle kız, şu an 1983 yılının küçük bir postanesindeler. Orada olmalarının sebebi, tatil yaptıkları sahil kasabasından aldıkları kartpostalı, dedeyle anneanneye yollamak… Kız henüz okuma yazma bilmiyor, ama bunun, kendisini engellemesine izin vermeye hiç niyeti yok. Kartı kendisi yazmak istiyor. Bulunan çözüm, annenin bir kağıda güzel dilekleri önceden yazması ve kızın da o kağıda baka baka, adına harf denen şekilleri itinayla kartpostalın arkasına çizmesi… Zor görünmüyor. S, Z, R harflerinin ters olması ve satırların yukarıdan başlayıp aşağıda bitmesi dışında her şey yolunda... Yazmayı yeni öğrenenlerin bazı harfleri ters yapması, karikatürlerde sıkça konu edilen bir klişedir. Küçük kızın o ters harflere bakıp gülümseyeceği yıllara henüz çok var. Harflerin hepsini aynı hizaya denk getirebilmek ise, epey hüner istiyor.

Evde canı sıkılan küçük kızın en sevdiği şey, önüne bir ansiklopedi açıp, oradaki koyu renk başlıkları defterine geçirmek. Fakat bir süre sonra, bu oyunların kendisine yetmediğini fark ediyor. Okuma yazmayı öğrenmek, ihtiyaç hâline gelmiş durumda. Okula başlamasına daha bir buçuk sene var. Yardımına, bir televizyon programı yetişiyor. Programdaki öğretmen, okuma yazması olmayan yetişkinlere eğitim veriyor. Bu yetişkinler gerçekten okuma yazma bilmiyor mu yoksa programın formatı gereği rol yapan tiyatrocular mı, küçük kız çok da umursamıyor. Her gün defteriyle kalemini kapıp, ekrandaki öğretmenin dersine koşuyor. Zorlandığı cümleleri annesiyle babasına yazdırıp, sonra tekrar ediyor. Bu dersleri izlemesinin işe yarayıp yaramadığından emin değil. Belki de sadece basit bir televizyon programının önünde vakit kaybediyor. Ama öyle olmadığı, bir süre sonra anlaşılıyor. Küçük kız, gazete okumaya başlıyor. Ve nihayet, en büyük iki tutkusuna balıklama dalabilmenin önünde hiçbir engel kalmıyor: Okumak ve yazmak.

Tuğba Gürbüz  yazar olmaya dair aklımdaki ilk hatıraları sorduğunda, okuma yazmayı bilmiyorken bile yazmaya çalıştığım ve artık bir ihtiyaç hâline geldiği için, okuma yazmayı kendi kendime öğrendiğim günleri düşündüm. Bir çocuğa zorla yazı yazdıramaz; zorla kitap okutamazsınız. Ben çocukken, deliler gibi günlük tutardım. Ve okumaya öyle açtım ki, bitirdiğim kitapları bile tekrar tekrar okumaktan sıkılmazdım. Diğer çocukların salıncakta sallanıp kaydıraktan kaydığı parkın uzak köşesindeki duvara oturarak, heyecanla defterine bir şeyler yazan çocuk bendim. O yıllarda, ne yazdığımın çok da önemi yoktu. Akşam yemeğinde ne yediğimi yazmak bile bana keyif veriyordu.

Hani ‘öyle olunmaz, öyle doğulur’ klişesi vardır. Bu, konu yazarlık olduğunda tamamen doğru bir söz. Bir yazara, “yazar olmaya nasıl karar verdiniz?” diye soramazsınız. Yazarlık, karar verilen bir meslek değildir. Hatta yazarlar için, meslek de değildir; hayatın ta kendisidir. Bir yazara “bundan sonra hiçbir kitabınız basılmayacak” deseniz bile, onun yazmaktan vazgeçmediğini görürsünüz. Çünkü kalemi bıraksa dahi, hayalindeki yüzlerce minik insan, beyninin kıvrımlarına basa basa dolaşmayı, hikâyelerini mırıl mırıl ona anlatmayı sürdürecektir. Yazarın yazmamasını, ucuna tıpa tıkılmış bir hortumla resmedebiliriz. Su her daim açıktır. Hikâyelerin, hortumu doldurup patlatma noktasına getirmesi de uzun sürmeyecektir. Yazmak, en amiyane tabirle, yazarın ruhunun boşaltım sistemidir. Yani bir ihtiyaçtır.

Doğan Hızlan bir gün bana şöyle demişti:
“Yaşamak istediğin her şeyi yazabiliyorsan, onları ayrıca yaşamaya niye ihtiyaç duyasın ki?”

Kulağa sıra dışı ve garip geldiğinin farkındayım, ama yazar için yazmak gerçekten böyle bir şey ve gelecekte yazarlık yapacak bir insanı, daha çocukluğundan anlamanız mümkün. ‘Gelecekte yazar olacak bir insanı’ demedim, dikkat ettiyseniz. Çünkü bir yazar, zaten yazar olarak doğmuştur. Sadece kitaplarının yayımlanması, insanların kendisinden haberdar olması için şansa ihtiyacı vardır.

Sevgili Tuğba Gürbüz, yazımın sonuna, imza günlerimde başıma gelen komik bir şeyi eklememi istemişti. Düşündüm, düşündüm, bulamadım. Ben de mizahi bir dille kaleme aldığım, “Çocukları Kitap Okumaktan Soğutan On Cümle”yi sizlerle paylaşmak istedim. Tam da şurada:


Hem çocukların hem yetişkinlerin heyecanla okuduğu; yaş sınırlaması olmayan kitaplarıma göz atmak isterseniz, onlar da burada:


Sevgilerimle!

Hanzade Servi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder