2 Aralık 2014 Salı

Yeni yıla girerken



Sene sonu gelip yeni yıl yaklaşırken âdettendir, geçirdiğimiz yıla hangi umutlarla, niyetlerle başladığımızı, neleri başarıp başarmadığımızı sorgular, yeni listeler hazırlarız zihnimizde, sağlık, mutluluk, terfi, daha çok para, yeni bir araba... Siz geçen yıla hangi istek ve niyetlerle girdiniz bilmiyorum. Yeni yılın ilk dakikalarında kordonda yanımda Çağlar, dudağım hafif bükük (tabi ki mevzu Deniz uyumadan dışarı çıkmayı kabul etmediğim için sokak konserine geç gidiyor  olmamızdı) atılan havai fişeklere bakarak yürürken aklımdan tek geçen yeni yılın yazılarımın yayımlanacağı bir yıl olmasıydı. Bu dilekle yatıp ertesi sabah altzine'den Anne Frank'la Göğe Bakmak isimli metnimin yayımlandığını bildiren bir e-posta almanın benim için ne kadar büyük ve erken gelen bir mucize olduğunu anlatamam.
Bu yıl düzenli olarak yazdığım, bloğumu hedeflediğim sıklıkla güncellediğim, kitap tanıtım yazılarımın yayımlandığı bir yıl oldu. Altyorum ve altatölyede metinlerim yayımlansa da altkurmacaya terfi edemedim bir türlü. Bu bende bir tür kurmaca yazamama kompleksi yarattı diyebilirim. Nedir bu kompleks derseniz, kısaca şöyle özetleyebilirim: Düşündüklerini, okuduklarını, izlediklerini derli toplu, imla kurallarına uygun, okuru kaçırmadan, sıkmadan okutabilecek metinler yazdığı hâlde kafasındakileri hikâye edememe, kurmaca bir öykü inşa edememe, edebildiğini sandıklarını da dergilerin editörlerine, yayın kurullarına beğendirememe hâli. Galapera Fanzin'de Kremalı Patates yayımlanınca sevindim sevinmesine ama bir öykü yarışmasında ilk üçe girer daha olmadı mansiyon, jüri özendirme ödülü alır ya da bir öyküm Notos, Sarnıç gibi bir edebiyat dergisinde yayımlanırsa kendimi daha iyi hissedeceğim. Bunu dedim diye sakın ola fanzinleri beğenmediğim, burun kıvırdığım düşünülmesin. Fanzinler edebiyatın arka bahçeleri, oradan pek çok kıymetli yazar/yazar adayı çıkıyor, çıkacak. En önemlisi de yazıya yeni başlayan, henüz sesini, yolunu yordamını bulamamış yazar adaylarına açtıkları kapı, uzattıkları el, yazmaya devam etmelerini mümkün kılıyor. Büyük yayın evlerine kalsa çoğu öykücünün adını bile duyamazdık sanırım. Edebiyat dünyası yığınla reddedilme hikâyeleriyle dolu. Kibarca yazmayı bırakma tavsiyeleri mi isterseniz, baştan savma metniniz edebi değer taşımamaktadır cevapları mı... Tamamen sizi görmezden gelenleri unutmamalı. Beklediğin cevap gelmiyorsa bu da bir cevaptır diye düşünebilirsiniz. Ancak bir görevi de yayımlanmaya değer yeni dosya aramak olan yayın evlerinin o matbu, kuru, ruhsuz cevapları dahi esirgemelerini doğru bulmuyorum. 
Tüm bunların yanında 2014 hasbelkader bir öykümün öykü seçkisinde yer alarak kitaplaştığı bir yıl oldu. Hâlâ mı kurmaca yazamama kompleksi diyeceksiniz pek tabi, evet hâlâ!

Çünkü;
Ankara Diş Hekimleri Odası'nın düzenlediği ÜTOPYA: BENİM DE BİR HAYALİM VAR temalı 1. Öykü Yarışmasıyla ilgili bilgilendirme mailini Berkin'in cenazesinin kalkacağı saatlerde aldım, evlere sığamadığımız, öfkemizin en yoğun olduğu, umudumuzun tükendiği, göz yaşlarımızın sel olup aktığı o günde! Ben de yazmak istedim. Çünkü canım acıyordu, Berkin ve ailesi bir daha sıradan bir pazar sabahı yaşayamayacağı için öfkeliydim. Olabilecek en sıradan pazar sabahını betimlemek istedim. Evet, bizim ütopyamız bu, elimizden çaldığınız hayalimiz bu, sıradan, sıkıcı bir pazar sabahı demek istedim. Duygularınızın en yakıcı olduğu zamanlarda yazmak biraz risklidir. Metne acı, öfke ve klişe hâkimdir. Yazdım, bitirdim. Çağlar'a okuttum. Yazdıklarımla artık giderek daha az ilgilense de iyi bir okur ve eleştirmendir. Metnin aksayan, inandırıcı olmayan yanlarına hemen itiraz eder. Tanıyanlar bilir hemen her şeye itiraz eder zaten. Çoğunlukla yazılı bir metin söz konusuysa itirazında haklıdır çünkü ben metinden yeterince uzaklaşamamışımdır ve işaret ettiği yeri kaçırmışımdır ancak çözüm önerilerine kulaklarımı tıkarım orada da neredeyse %100 haksızdır zira. Çağlar okur okumaz, "Bu ne böyle, eski sosyalistlerin dili hâkim buna, çok sloganlı ve sürprizsiz." dedi. Aklına o anda gelen  şahane fikri anlatmam için yapmam gerekenler listesi dayadı önüme. Eğer benim ilgi alanıma saygı duyuyor, bunu paylaşmak istiyorsa ön şartsız fikrini benimle paylaşması gerektiğini söyledim. Karşılıklı direndik. İki üç günün sonunda o şahane fikrini unuttu, ben hikâyemi değiştirmek istemedim. Ütopyam buydu, çocukların evlerine ekmek almaya giderken polisin gaz fişekleriyle öldürülmediği bir ülkede yaşamak bu kadar basit. Başı sonu gidişatı belli de olsa, klişe de olsa hikâyemi değiştirmeden yolladım. Bu da yaşadıklarımıza itiraz etmenin bir yoluydu o an öyle hissettim. Eylül ayında Ankara Diş Hekimleri Odası'ndan bir e-posta aldım. Bence Kitap Yayınları tarafından yayına hazırlanacak öykü seçkisinde öykümün yer alması için imzalı izin belgesi istiyorlardı. Yarışma sonucunun açıklandığını duymamıştım. Hemen sordum: Yarışmaya 13 kişi, 15 öykü katılıyordu. Evet tüm katılan öyküler basılıyordu ve daha da kötüsü yedi öykü ödüle değer bulunmuştu ve Sıcak Ekmek onlardan biri değildi. Belki de yeterince öykü gönderilmediği için seçkide yer almaya hak kazanmıştı. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Ne o an ne de şimdi yazdığım metni beğeniyorum ve hayranlık duyuyorum. Kıssadan hissi içinizdeki yangın hâlâ sizi yakarken yazmaya kalkışmayın. Yazacaksanız da klişe tuzağına düşmeyin.
Not: Bu yazı kitabın adresime postalandığı ancak henüz elime geçmediği dönemde yazılmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder