Kanuni Sultan Süleyman bir gece rüyasında Hz. Muhammed'i görür. Birlikte Süleymaniye Cami'nin bulunduğu tepeye gelirler. Tepeden hem Haliç hem Boğaziçi görülmektedir. Hz. Muhammed, "Mihrabı buraya minberi buraya olsun," der. Kanuni uyanır uyanmaz şükreder, Mimar Sinan'ı yanına getirtir. Tek kelime açıklama yapmadan heyecanla rüyasında gördüğü yere giderler. Kanuni, "Buraya bir cami ve külliye yapacağız." der. Mimar Sinan araya girer: "Sultan'ım, mihrabı burada, minberi burada olsun."
Kanuni şaşırır. "Sinan, sen bu işten haberli gibisin."
Mimar Sinan cevap verir. "Sultan'ım sizin dün geceki kutlu ziyaretinizde ben de iki adım gerinizde geliyor idim."
Bu bir rivayet midir, gerçekten yaşanmış mıdır bilinmez. 1550 yılının Haziran ayında inşaatına başlanan cami 1557 yılının Ekim ayında biter. Mimar Sinan'ın kalfalık dönemi olarak bilinen caminin inşaatı sırasında bir takım yenilikler yaptığı bilinir. Bunlardan biri de İs Odası'dır.
Elektriğin olmadığı yıllarda caminin içi aydınlatması 275 adet kandil ve mihrabın iki yanına konan iki adet dev mum ile sağlanacaktır. Bu kandillerden çıkacak isin cemaati rahatsız etmemesi ve caminin duvarlarına ve özellikle kubbeye zarar vermemesi için orta kapının hemen üst tarafında bir oda yapar. Cami içerisinde kubbeye yakın bölümlere karşılıklı olarak açtığı iki menfez aracılığıyla, kandillerden ve mumlardan çıkan isi, hava akımıyla mihrabın tam aksi yönde hareket ettirip, kapının üstünde dışarı açılan dört adet pencereden içeriye çekerek bu "is odasında" toplanmasını sağlar. Odanın duvarına yapışan isler kazılarak içine su, değişik baharatlar katılır ve is mürekkebi elde edilir. Bu mürekkep ile yüzlerce yıl dini, siyasi, idari pek çok ferman ve berat yazılır. Hatta bu mürekkepler Surre Alayları'ndaki develerin boyunlarına takılarak kutsal topraklara gönderilir, daha sonra bu mürekkep ile Kuran-ı Kerim'ler yazdırılır.
Doğan Yarıcı, oğlu Ali'nin mimariye ve Mimar Sinan'a duyduğu ilgi neticesinde İs Odası'nı öğrenir ve son öykü kitabına bu ismi verir.
"Mimar Sinan aydınlatmakta kullanmak zorunda olduğu kandillerin çıkardığı islerin, caminin iç duvarlarına zarar vermesini engellemek için mekânın hava dolaşımını hesaplayıp dumanı yönlendiriyor ve kubbenin altında bir yere ancak iki insanın sığabileceği büyüklükte gizli bir odacık yapıyor. Kandil isi, hava akımıyla bu odacıkta toplanıyor ve duvarın çeperlerine yapışarak hapsoluyor. Duvara tutunakalan isler, kaliteli bir mürekkebe dönüyor iyi mi! Sonradan bunlar duvarlardan kazınarak değerli kitapların basımında kullanılıyor. Bunları öğrenince, kitaptaki öykülerin her biri benim tek tek yaktığım (bol isli!) kandillerse, o kandillerden tüten isler de İs Odası'nda toplansın diye düşündüm. Belki orada biriken isler, daha değerli insanlar ve kalemler için daha güzel şeylerin ortaya çıkacağı mürekkep olur."
Kaynak:
Kitap-lık 174. Sayı Şenay Eroğlu Aksoy'un Doğan Yarıcı ile gerçekleştirdiği "Yazarken, okur hiç de umurumda değil açıkçası" söyleşisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder