Çanakkale Kent Müzesi, ÇAYEK, Maya Masal Grubu ve Buğday Derneği işbirliğiyle gerçekleştirilen Masal Söyleşileri yeni sezona Özcan Yüksek ile "merhaba" dedi. 14 Ocak 2015 tarihli ikinci söyleşinin konuğu Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Türk Halk Bilimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Pınar Dönmez Fedakar oldu.
Fedakar, Yüksek Lisans ve Doktora Programlarında “Türk Mitolojisi” ve “Mizah Teorileri” derslerini veriyor. Türk mitolojisi çalışmalarının analitik bibliyografyası ve Karakalpak efsaneleri hakkında tezler hazırladı Türk mitolojisinde anne arketipi, şehir efsaneleri, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde İzmir imgesi hakkında yazıları yayımlandı ve şu anda “Zaman Zaman İçinde: SOKÜM Masal Anlatıcıları Eğitimi” projesinde araştırmacı olarak çalışıyor.
Türk Dünyası Mit, Masal ve Efsanelerinde Yaratıklar başlıklı söyleşinin notları:1
Korkunun mitleri kimdir?
Türk dünyasının masallarının, efsanelerinin korkunç yüzleridir onlar. Biz kültürel olarak bu adları söylememeyi tercih ederiz. Üç harfliler deriz, iyi saatte olsunlar deriz, adını anmayalım deriz. Kimdir bunlar? Cinler, periler, şeytanlar, cadılar... Bu adını anmadıklarımızın bir de özel adları vardır; Al karısı, Al bastı, Congolos, Karabasan, Çarşamba karısı, Gulyabani... Cinlere benzeyen bu yaratıkların yöresel olanları da vardır; Geçkinciler, Karakoncolos, Mekir...
Anadolu korku mitleri bakımından çok zengindir. Bunlar yöresel farklılık gösterebilir, farklı isim alabilir, farklı kötülük ve iğrençlikleri vardır ama bütün bu mahlukat ve mevcudat aslında folklordaki yaratıklardır ve hepsi geleneksel sözlü anlatmaların yani mitten masala uzanan sözün korkunç yüzleridir.
Folklordaki yaratıklar nerede bulunurlar?
Ormandaki kuytu alanların, dağ başlarının ıssızlığının, gecenin karanlığının, ölümün soğuk yüzünün, tenha ve tekinsiz olanın yaratıklarıdır bunlar. Tedbirsiz yolcuları gafil avlamak için bir kenarda pusuda beklerler. Bu gaflet ânından sakınmanın tek ve biricik yolu vardır; folklorun kaynağı olan sözlü anlatmaları, masalları, efsaneleri, bilmeceleri, tekerlemeleri anlatmak ve dinlemektir. Bu anlatılar, bize onların neye benzediğini, ne kadar korkunç olduğunu, ne kötülükler yaptıklarını ve yapabileceklerini anlatır. Aynı zamanda onlarla nasıl başa çıkabileceğimiz konusunda da bir fikir verir.
Bu anlatmalar, insanın hayal gücünün çok eşsiz bucaksız olduğunu gözler önüne serer. Aynı zamanda korkularımızın neye benzediğini, neden kaynaklandığını gösterir. Hepsinden önemlisi de bu korkularla nasıl başa çıkacağımıza dair bir reçetedir. Anlatmalarda yer alan bu yaratıklar, aslında korkunun mitleridir. Onlar korkumuzun vücut bulmuş hâlinden başka bir şey değildir. Bu durumda biraz korkudan bahsetmek gerek.
Korkuyu pek çok şeyle özdeşleştirilebiliriz. Sadece "an" ve "şimdi" ile özdeşleştiremeyiz. Korku ânın ya öncesinde ya da sonrasında vardır. Şimdide en korkunç şeylerle karşı karşıya kalsak, hatta ölümle yüzleşsek bile, fiziksel ve psikolojik olarak o anda karşılaştığımız şeye yoğunlaşırız, onunla mücadele ederiz. Korku, kaygı, bunların hepsi olabilecekleri beklemek ya da olmuş olanla sonrasında yüzleşme ânında ortaya çıkar. Korkunun sebebi, başımıza gelebilecekler, oluşacak olan kaostur. Kaos, bütün korkuları tetikleyen şeydir ve zıttı kozmosla bir arada bulunur. Yani düzensizlik ve düzen. Biri diğerini var eder. Bu zıtlıkların birliği prensibidir, gece ve gündüz, iyilik ve kötülük, kadın ve erkek... Ötekini ancak zıddıyla tanımlayabiliriz. Korkunun mitlerinin, tüm bu yaratıkların kaosla ilişkisi de ilk olarak yaradılış anlatmalarında ortaya çıkar. Yaradılış anlatmalarının en geniş şekli Altaylar'dan yani Sibirya'dan gelmiştir:
Başlangıçta karanlık bir su vardı. Karanlık, belirsiz su, kaosun ta kendisidir. Daha sonra herhangi bir şekle girebilir ama tanımlanamaz. Karanlığın içinde görülmez ama ışığı var edecektir. Altay Yaradılış anlatmasında her şeyden önce bu karanlık su vardır ve bu suyun üzerinde uçmakta olan iyiyi, beyazı, aydınlığı, doğruyu sembolize eden Tanrı Ülgen... Ülgen, Ak Nene'nin ilhamıyla yaratmaya başlar. Ak Nene o karanlık suyun içinden hiç görünmez. Sadece bir ses gelir. "Vara yok deme. Yok olup gitme. Ol de, ol." Bu bir ilham, bu bir istek. Ülgen yaratmaya başlar. Kaos, düzensizlik biter. Kötülük biter mi? Hayır! Sonra yeraltının, karanlığın, hastalığın, ölümün temsilcisi Erlik gelir.Yeraltında yaşar. Tam karşısında Ülgen vardır. Ülgen'le var olur. Bütün kötülüklerin açıklamasında, düzene ket vuran düzensizliklerde, hastalıklarda Erlik'le ilişki kurmak mümkündür. Aynı zamanda iyiyi tanımlayan, tabir eden de O'dur. O olmasa ne gökyüzü ne de tam olarak aydınlık tasvir edilir.
Şaman dualarında şöyle betimlenir: Çok atletik, iri, güçlüdür. Kaşları ve gözleri kömür gibi kapkaradır. Çatal şekilli sakalı dizlerine kadar iner. Bıyıkları domuz dişine benzer ve kulaklarına kadar uzar. Ağaç köklerine benzer boynuzları vardır. Saçları kapkara ve kıvırcıktır. Beli o kadar geniştir ki onu bağlayacak kuşak bulamazsınız. Boynu o kadar kalındır ki bir insanın kolları boynunun etrafına saramaz. İnsanların asla kaldıramayacağı şeyleri kolayca kaldırır. Yeraltında yaşar. Yeraltının kendi ayı ve güneşi vardır ancak hep karanlıktır. Bu diyarda aklınıza gelebilecek tüm ot, bitki, canlılar demirdendir. İnsanın göğüs kafesinden yapılmış kan doldurduğu bir kovası ve yemyeşil parlayan bir kılıcı olduğu söylenir. Yeraltındaki büyük denizin kıyısında yaşar.9 oğlu ve 9 kızı vardır. Kızlarına Kara Kızlar denir. Ülgen'in de 9 oğlu ve 9 kızı vardır. Kızlarına Ak Kızlar denir. Ak Kızlar mutlaka Şaman kıyafetlerinde yer alır. Çünkü Şaman'a yol gösterirler. Tıpkı Ak Nene gibi ona ilham verirler. 9 Kara Kız ise her kim iyiliğe, güzelliğe gitmek isterse, onu türlü hileyle durdurmakla görevlidir. Gücünü Erlik'ten alırlar. Bugün anlatacağım mahlukat ve garaiplerin hepsi Erlik'le, onda vücut bulan halk felsefesiyle mutlaka ilişkilidir. Korku, korkutmak, kültürel kodlarla hareket eder, onlarla beslenir, şekillenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder