Ve teyzem burada kaldı.
Odamdaki soba yanıyordu, çay makinesi masanın üstündeydi; burası da tıpkı teyzemin odası gibi rahattı; kış olduğu için kalın perdeler aşağı çekilmiş, yere üç tane kalın halı serilmiş, altlarına da mukavva konmuştu. Mantarlı şişe gibi odanın içi sıcacıktı; dediğim gibi benim odam keyifliydi; dışardaysa rüzgâr esiyordu.
Teyzem anlata anlata bitiremedi; gençlik günlerine, bira ustasına ve eski anılarına döndü hep.
İlk dişimin nasıl çıktığını ve bütün ailenin nasıl sevindiğini hatırlıyordu.
İlk diş! Ufacık, pırıl pırıl, süt gibi beyaz, masum, süt dişi işte!
Derken peş peşe diş çıkarmaya başlamıştım; yan yana, altlı üstlü, ama bunların hepsi geçiciydi, asıl kalıcı dişler daha sonra çıkacaktı.
Onlar da çıktı, akıl dişi de çıktı! Hem de acı çektirerek!
Sonra hepsi tek tek düştü gitti; hepsi de görevlerini yaparak; son dişin gidişi de sevinerek değil acılı gerçekleşti.
İnsan fikren genç kalsa da yaşlanıyor işte!
Tüm bunlardan bahsetmek şimdi pek hoş gelmiyor insana; yine de bunları konuştuk; teyzem yatmak için yandaki odaya geçtiğinde saat on ikiyi çalıyordu.
"İyi geceler, çocuğum!" diye seslendi: "Kendi yatağımdaymışım gibi geliyor bana!"
Ve sesi çıkmaz oldu; ama ne evde ne de dışarda sessizlik vardı. Fırtına pencereleri sarsıyor ve pancurları duvara çarptırıyordu; arka taraftaki komşunun kapı zili durmadan çıngırdıyordu. Üst komşum dönmüştü; her zamanki gece yürüyüşünü tamamladıktan sonra çizmelerini şamatayla çıkardı; öyle bir horlamaya başladı ki, başınızı yorganın altına soksanız bile duyuyordunuz.
Uyuyamadım, huzurum kaçtı; hava da sakinleşmedi, gürültüden durulmuyordu. Rüzgâr ıslık çalarcasına esiyordu; benim dişlerim de takırdamaya ve kendine göre şarkı söylemeye başladı. Bu, büyük bir diş ağrısının başlangıcıydı.
...Alıntı Hans Christian Andersen'in Diş Ağrısı masalından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder