Nasıl
yazar oldum diye sordum kendime. Yazar oldum mu gerçekten emin değilim ama bu
soru iyi hissetmemi sağladı. Havalı bir soru ne de olsa.
Her şey çok yıllar önce okuma
yazmayı yeni öğrendiğim zamanlara denk düşüyor. İlkokulda okul defterlerimin
arkasına, boş bulduğum yerlere şiir olduğunu düşündüğüm şeyler yazardım. Ağaç,
çiçek, kelebek, sevdiğim şeylere güzellemeler yağdırır, sevmediğim şeylere
örneğin İstanbul'un kalabalığına kötü kötü laflar ederdim. Ada çocuğu olarak
İstanbul hep kalabalıktı oysa.
Bir gün babam bir defter getirdi ve
şiir defterin olsun dedi. Şiirlerimi o deftere yazdım ama kimselere okumadım. Kendim
için yazıyordum, yazınca mutlu oluyordum. Ortaokulda Türkçe öğretmenimizin
verdiği şiir yazma ödevini tahtada okuyunca nasıl heyecanlandığımı, yüzümün
alev alev yandığını hatırlıyorum. Öğretmen zorlamasa okumazdım, neyse ki
beğenmişti. İlk günlüklerimi de ortaokulda tutmaya başladım. Yaşıtlarım beni
anlamıyor gibi geliyor ben de hissettiklerimi günlüklerime yazıyordum. Bu arada
hep çok okuyan bir çocuktum, Enid Blyton, Jules Verne en sevdiklerimdi. Macera
kitapları ilgimi çekiyor, afacan beşlerin serüvenlerini hayalimde canlandırıyor,
onlara özeniyordum. Oturduğumuz lojmanlar çocukların geç saatlere değin sokakta
oynaması için uygundu ve yaz gecelerinde çimenlerin üzerine uzanıp gökyüzünü
izlerdim. Orada, milyonlarca yıldızın arasında bir uzay gemisi vardı ve onlar
da bizi izliyordu. Bir gün beni alıp kendi gezegenlerine götüreceklerdi.
Kurduğum hayaller beni ilk romanımı yazmaya sevk etti. Konusu insan kılığına
giren bir uzaylının dünyadaki maceralarıydı ama çabuk sıkıldım romandan. O
zamanlarda sabırsızdım demek ki. Okumalarım, kitaplardaki kahramanlara
sığınmalarım ise tam gaz devam etti. Anne babalar çocuklarının kitap
okumamasından yakınır ya ortaokulun ilk yılında gözlük takmaya başlayınca annem
"biraz az oku" demeye başladı.
Lisede edebiyat öğretmenim yazdığım
kompozisyonları beğeniyor, defterime yazıp devam ettirmemi istediği
cümlelerle beni sınıftakilerden
ayırıyordu. Edebiyat öğretmenim Orhan Culfa'nın emeğini yadsıyamam. Beni en çok
cesaretlendiren kişidir. İlk öykümü lise yıllarında yazdım. Oto tamircisine
âşık bir genç kızın komik hikâyesi. Tabi ki oto tamircisine âşık olan bendim.
Klasikler, J. London, j. Steinbeck,
Hemingway'den sonra babamın kitaplığı sayesinde tanıştığım Fakir Baykurt, Aziz
Nesin derken ilçe kütüphanesinde bulduğum farklı türlerde romanlar derslerimin
önüne geçiyor, her kitap beni kendi dünyasında yolculuğa çıkarıyordu. Gazap
Üzümleri'ndeki portakal işçilerinin yaşadığı açlıkla derinden sarsılıyor, Güney
Afrika Cumhuriyeti'nin bağımsızlığı için savaşan Moses Gama maceraya çağırıyor,
yazarlara olan hayranlığım kat be kat artıyordu.
Üniversite yıllarım biraz karışık,
okumalar farklılaşmıştı haliyle. Okuldan hemen sonra öğretmenlik ve evlilik. İlk
evliliğim boyunca günlükler ve mektuplarla idare etmek zorunda kaldım.
Hatırlamak istemediğim o süreçten sonra ikinci evliliğimi yapıp Diyarbakır'a
gitmemle tekrar yazmaya başladım. Hem öykücü arkadaşlarla tanıştım, hem
Diyarbakır Sanat Derneği aracılığı ile çeşitli atölyelere katıldım. Cesaretimi
toplayıp edebiyat dergilerine öykülerimi göndermeye başladım. Dergide
yayımlanan ilk öykümü gördüğüm an, en mutlu olduğum anlardan biridir. Kül öykü, Notos, Özgür Edebiyat, İzafi,
Sarnıç, Lacivert, 14 Şubat Dünyanın Öyküsü, Galapera Öykü Fanzin'de öykülerim
yayımlandı. Öykülerimi dosya bütünlüğüne getirip yayınevlerine yollamak ayrı
bir heyecan, beklediğim yanıt gelmeyince yaşadığım hüsran ise cesaret
kırıcıydı. Yılmadım. İlk kitap, Kül Sanat Yayınları'ndan çıkan Denizini Arayan
Kadınlar, ardından NotaBene Yayınları'ndan Belleğin Bahar Temizliği.
Yazmasam günlük hayatın
sıkıntılarına, dışımızdaki dünyanın korkunçluğuna dayanabilir miyim bilmiyorum.
Sanırım okuyabildiğim sürece yazmaya da devam edeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder