Boşlukta Büyüyen Eylem Ata Güleç'in ilk kitabı. Güleç ile 2011 yılından bu yana edebiyat dergilerinde ve kitap eklerinde yer alan edebiyat yolculuğunu ve kitabını konuştuk.
İlk
kitabınız Boşlukta Büyüyen ekim ayında yayımlandı ancak sizin edebiyat
yolculuğunuz çok daha eski. 2011 yılından beri ürünleriniz edebiyat
dergilerinde ve kitap eklerinde yer alıyor. Bu yolculuk nasıl başladı? Kimlerce
desteklendi? Yazı öğretmenleriniz (size ilham veren metinler, yazarlar, iyi
tavsiyelerde bulunan dostlar) kim oldu?
Bu
yolculuğun nasıl başladığını tam olarak bilmiyorum. Ortaokul yıllarımda
kendimle dertleşmek için yazdığımı, günlük tuttuğumu hatırlıyorum. Zorlayıcı
durumların yarattığı tahribatları yazarak uzaklaştırmaya çalışıyordum. Yazmanın
sağaltıcı etkisine hâlâ inanıyorum. Ancak metinlerin edebiyata dâhil olması
için dertlerinizi olduğu gibi boşaltmanın gerekli ve yeterli olduğunu sanmıyorum.
İlerleyen
yıllarda -biraz da el yordamıyla- nitelikli edebiyat metinlerine ulaşmaya
gayret ettim. İz sürerek, adres takip ederek, seçerek okumaya çalıştım.
Edebiyat dergileri adres bulmak bakımından süreci kolaylaştırabiliyor. Dünya
edebiyatından ve Türkçe edebiyat mirasından öyküleri, günümüz öyküsüyle bir
arada bulmak, çekimine kapıldığınız imzaların peşine düşmeyi sağlıyor. Vü’sat
O. Bener, Füruzan, Sabahattin Ali, Flannery O’Connor, John Berger ve Borges ilk
söyleyebileceğim isimlerdir. Dergilerin bir başka desteği de uzun süre öykülerimi
yayımlamamaları oldu. Evet, yayımlamadılar, kaynayan kazanın altını kıstıkça
kıstılar, bu yüzden minnettarım. Zamanından önce daldan düşen bir elmayı kim
yer?
Kitaba
adını veren Boşlukta Büyüyen öykülerinizden
birinin adı. Bu ad, aynı zamanda, özellikle kısa öykülerde bilinçli
bıraktığınız boşlukların okurun zihninde büyümesini, çoğalmasını da imliyor
adeta. Öykülerin bir araya gelip sıralanması ve Boşlukta Büyüyen’in kitap ismi olarak öne geçme sürecine dair neler
söylemek istersiniz?
Öyküler
henüz dosya halindeyken belli bir niyetle sıralanmış ve bazı öykülerin yeri boş
bırakılmıştı. Boş yerlerin nasıl bir öykü beklediği belli olmasına rağmen ne
zaman dolacağı belirsizdi. Mendeleyev’in elementler için hazırladığı periyodik
tablo gibi.
Kitabın
adına gelirsek, hepimizin boşlukları var. Boşluklarımızda kendiliğinden beliren
lekelerin nasıl şekilleneceğini bilmiyoruz.
Güneydoğu’da
yaşanan şiddeti, zulmü, haksızlıkları somut insanlar üzerinden, gerçekçi bir üslupla hikâyeleştiriyorsunuz.
Öykü sizin için hayatın zor ve sert gerçekleriyle yüzleşme yeri midir?
Öykü,
mücadele alanımdır.
Öykülerinizde
Diyarbakır yalnızca bir mekân olmanın ötesinde. Sizin için Diyarbakır’ın anlamı
nedir?
Diyarbakır’da
yaşamak, Diyarbakır’la yaşamadan mümkün olmuyor. Kentin canlı bir organizma
gibi refleksleri var. Hissedilmeyi ister. Özen gösterilmeyi ve dikkatli olmayı
gerektirir. Kendinizi şehirden yalıtarak ayrı planlamanızı kabul etmez. Aranıza
mesafe koymanıza müsaade etmez. İnsan burada yaşayıp burada değilmiş gibi
yapamaz. Bu bakımdan bağlayıcıdır. Bünyeye dâhildir.
Yaşanan
siyasi baskılar ve toplumsal acılar, bölge gençlerinin çocukluktan erken
çıkmasına, birden büyümesine ve siyasallaşmasına sebep oluyor. Bu konuyu ele
aldığınız YDÇ-H öyküsünde partiye
gelen ve bir an evvel büyüme telaşında çocukları, edebiyatla tanıştırmak
isteyen Şerdil, aklıma Diyarbakır Birlik Lisesi öğrencilerinin çıkardığı Hişt Hişt dergisini ve derginin çıkış
amacını “Dergiyi çıkarmamızın tek derdi öğrencilerimizi ‘has edebiyat’la
buluşturmak, ‘has edebiyat’a bulaştırmak,” diyen Murat Özyaşar’ı getirdi.
Birlik
Lisesi, benim de liseyi okuduğum okuldur. Diyarbakır’ın Bağlar ilçesindedir.
Bağlar, Diyarbakır’ın kendisine en çok benzeyen çocuğudur. Zordur.
Sertliklerini törpületmez. Burada öğretmenlik yapmak, öğretmenlik yapmaktan çok
daha fazlasını gerektirir. Şimdi Murat Özyaşar’ın yaptığı gibi ben liseyi
okurken de öğretmenlerimiz bizi korumaya çalışırlardı. Cümle kötülükten korumak
için türlü yol ararlardı. Başka bir yol daha var, demek istiyorlardı
öğrencilerine. Edebiyat bu yollardan bir tanesi.
Yazık
ki bu kıymetleri hocalarımın pek çoğunun görevinden uzaklaştırıldığını duydum.
Bugün öğretmenlerimi hürmetle andığım gibi Murat Özyaşar’ın öğrencilerinin de
yıllar sonra Murat hocayı aynı güzel duygularla hatırlayacağına
inanıyorum.
İlk Gün ve Kanepede Oturarak öykülerinin kahramanları
yazın ve yaşam arasında sıkışmış kadınlar. Bu sıkışmışlık hissi üzerinden
kadınlara “Dünya tüm gücüyle sizden yazmaya ayırdığınız mesai saatlerini
çalmaya (ya da daha fenası, yazmak istediğiniz için kendinizi suçlu
hissetmenizi sağlamaya) çalışırken yazmaya çalışmak çok zorlayıcı olabilir,”
diyen ve acımasız ve zararlı bir yaratık olan “Evin Meleği”ni öldürmelerini
tavsiye eden Virginia Woolf’un sesini duyabiliyoruz. Kahramanlarınız Woolf’un
tavsiyesini tutabilecek mi?
Woolf’un
tavsiyeleri… Emin değilim. Sözünü ettiğiniz öykülerde iki kadının yaşamından
birer kesite tanıklık ettik ve bitti. Sonraki süreçleri hakkında, duygu
dünyaları onları nereye taşıdı, mantıkları onlara neler söyledi bilmiyoruz. Ben
de bilmiyorum. Önceki süreçleri hakkında bir fikrim olmadığı gibi sonra ne
yapıp edeceklerini de bilemem. Öyküde ortaya koymaya çalıştığım an ve anlık
gelgitler dışında başka bir şeye hâkim değilim. Okuyucu öyküyü bitirdikten
sonra –eğer öykü okurda güçlü bir etki bırakabilmişse- kendi sezgilerine göre
kahramanlara çeşitli davranışlar yakıştıracaktır.
Bundan
sonraki planlarınız nedir? Teşekkür ederim.
Kimya
biliminde karışımları ayırma yöntemleri
diye bir konu başlığı var. Bu teknikler arasında damıtma ve yoğunluk farkından
yararlanarak ayırma en sevdiğim iki yöntemdir. Mürekkebe karışan çapakları
bu metotları deneyerek ayrıştırıp, mürekkebi iyice saflaştırmak istiyorum.
İçimde bekleyen öykülerin lekeleri zihnime üşüşüyor, ama fazla ayrıntı verip
sonra bunu başaramamaktan korktuğum için şimdi çenemi kapatmalıyım.
Ben
teşekkür ederim. Emeğiniz için size ve zaman ayırıp bu söyleşiyi okuyan herkese
bir parça buz. Dikkat, erir!
* Bu söyleşi 24/11/2016 tarihinde Birgün Kitap'ta yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder