18 Ağustos 2017 Cuma

NASIL YAZIYORLAR?(8)

Yazarların yazma alışkanlıkları, okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum. Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim. İşte sekizincisi: Barış Bıçakçı
                                                          
Arada sırada neden yazdığımı düşünürüm. Neden yazdım? Elbette, acı, keder, hayal kırıklığı, yerini bulamama, yaşanmışlık, sesini çıkaramama gibi olumsuz duygu ve yaşantılardan meydana gelen bir hayli kişisel bir "hammadde"yi neden olarak sunabilirim. Biraz arabesk olur, klişe olur ama yanlış olmaz. Yine de Turgut Uyar'ın yolundan giderek neden yazdığımı "Bir hevesti, bir oyundu," diye açıklamak şimdilerde bana daha ağırbaşlı, daha hakiki geliyor. Evet, bir hevesti. Behçet'in bir ara değindiği gibi, okuduğum kitaplar gibi yazmaya heves ettim.
Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'yi Virginia Woolf'un Mrs Dalloway'ini okuduktan hemen sonra yazmaya giriştim. Woolf'un kahramanlarını gün boyu Londra sokaklarında dolaştırmasına ve bilinç akışı tekniğine heves etmiştim. Ama o zamana dek yalnızca şiir yazmayı denemiştim, bir karakteri derinleştirecek romancı görgüsü bende yoktu (hâlâ yok). Bu eksikliği, bir dolu insanın hikâyesini peş peşe anlatarak bertaraf edeceğini düşündüm. Böylece, edebiyatın hammaddesi olarak andığım duygu ve yaşantıları o karakterden bu karaktere zıplayarak anlatabilecektim. Üstelik hikâyeden hikâyeye geçişlerdeki oyun oynama, buluş yapma imkânı çok hoşuma gitmişti. Yazdım. Bendeki sözlükte "heves" sözcüğünün iki anlamı var. İlki: Bir şeye duyulan istek, eğilim, arzu, şevk. İkincisi: Gelip geçici istek.
Demek ki hevesten söz ediyorsak, gelip geçici bir şeyden de söz ediyoruz.
Sonra, Nabokov gibi sözdizimini sakız gibi çiğnemeye ve kuytudaki duygulara ulaşabilmeleri için cümlelere bir esneklik kazandırmaya heves ettim. Lolita'yı okumuştum. Ama elimde yine hammaddeyle heves dışında bir şey yoktu. Veciz Sözler'in radyo programı kurgusu da işte bu yokluktan doğdu. Ayrıca radyo programı aracılığıyla edebiyatın büyük söz söyleme, altı çizilebilir, günlük hayatta kullanılabilir söz söyleme sanatı olarak algılanmasıyla da dalga geçmek istiyordum. (Bu sonradan başıma dert oldu. Açıkça gülünsün, küçük görülsün diye yazdığım veciz sözlerin altında adımı görünce nasıl utandığımı tahmin edersiniz.)
Aramızdaki En Kısa Mesafe de bir hevesin ürünüdür. Veciz Sözler'deki esneklik, gevezelik, parlak zeka işi cümleler beni bunaltmıştı. Daha gösterişsiz bir dil ile, kahramanın algısına daha hapsolmuş bir şey yazmaya heves ettim. Bir çocuğun hizasında durup aileye bakmak... Çok zorlandım, elimi tutmak için epey güç harcadım. Ne yaptığımı bilerek yazdığım iki kitaptan biridir, diğeri Baharda Yine Geliriz.

Kaynak: Kurbağalara İnanıyorum
              Edebiyat Üzerine Yazışmalar
              Barış Bıçakçı-Behçet Çelik-Ayhan Geçgin
              İletişim Yayınları 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder